29 Ekim 2011 Cumartesi

Deprem Sadece Van'ı mı Yıktı Sanıyorsunuz?

Benim 99 depremi ile yazdığım yazının üzerinden daha 1 buçuk ay geçti. Acılarımı, korkularımı,dualarımı paylaşmıştım sizlerle. ''Allah bir daha yaşatmasın'' demiştim içtenlikle. Evet henüz yaşamadık, ama yaşadılar! Hani 'biz' diye kabul etmediğimiz 'onlar' varya, 'onlar' yaşadılar depremin en acı şeklini.. 17 Ağustosta 'biz' yaşadık, 21 Ekimdeyse 'onlar'.. Çok utanç verici, bu ayrılık depremden daha acı inanın!

Deprem haberini ilk aldığımda aklıma Gölcük depreminin görüntüleri geldi hemen. Van'da bir tanıdığımız var mı diye çırpınmaya başladım, hayatımda hiç görmediğim bir şehir olsa da.. Okuldan bir arkadaşım vardı Ercişli, ne kadar yakın olmasak da korktum ailesine bir şey olmuştur belki diye. Çünkü ben onu bir Kürt olarak değil, sadece bir evladın anası olarak gördüm bu felakette. Hangi evlat kahrolmaz ki anasının ölümüne, hangi 'insan' mutlu olabilirki bir evladın anasını kaybetmesine.. 'Annemler iyiler ama Erciş çökmüş Büşra' dedi, 'Allah kimseye anne acısı, evlat acısı yaşatmasın' dedim kapattım.
Sonra daha acı bir haber geldi, eniştemin üvey ama sürekli irtibatta olduğu 3 kardeşi enkaz altında kalmış.. O üç çocuğun anası enkaz başında 3 evladının bir umut sağ çıkmasını bekliyormuş. Acının büyüklüğünü tahmin edemezsiniz, ben de edemem. Ama ben o anaları 99 depreminde gördüm, ben o çocukları gördüm, bunu tarif etmek için acı kelimesinin ne denli az geldiğini biliyorum en azından! 

Babamla eniştem o gece Van'a gittiler. Biz sonra sonra haberlerden anladık depremin ne denli büyük olduğunu. Erciş gerçekten yıkılmış, Van yıkılmış.. 99 depreminin görüntüleri gözümde canlandıkca ben de yıkıldım bir kere daha. ''Allah'ım Gölcüklüler yaşadığı acıyı onlara yaşatma'' derken depremden daha fazla yıkıcı biz şeyle yüzyüze geldim. Hayatımda yaşadığım en büyük yıkım da bu oldu!

Ben oradaki depremde ölen anaları umursamayanları gördüm, ben oradaki bebeklerin ölümüne üzülmek yerine geyik yapanları gördüm, ben haberlerde 'Van'da deprem!' derken eğlence programlarını izleyenleri gördüm, ben onlar ölürken mutlu olan 'insan'lar gördüm, ben ''en iyi kürt ölü kürttür'' diyen vicdansızları gördüm, ben bir insanın acısına mutlu olabilen Türk'ler gördüm, ben hayatımda ilk defa yardıma muhtaç insanlara yardım ettiğim için bana hakaret edenleri gördüm!!
Her şeyden önce onların İNSAN olduğunu anlatamadım kimseye. Çırpındım, yalvardım, yardım edin dedim olmadı, yardım etmiyorsanız da bari dua edin dedim olmadı, tamam dua da etmeyin bari acılarına saygı gösterin dedim, o bile umursanmadı. Neden ölmeyi haketti onlar? Gölcük depreminde ölenlere üzülürken onların ölümüne sevineceğiniz ne yaptılar? Askerlerimizi mi şehit ettiler? Askerlerimizi şehit eden şerefsizlerin dağdaki pkk olduğunu bilemiyecek kadar kafasız olamaz bizim milletimiz! Daha doğrusu eskiden böyle düşünürdüm.. Ama o halkın %96 sı bdp ye oy verdi, bu yüzden ölsünler dimi? Ne kadar kolay havadan konuşmak, ne kadar kolay insanlara etiketi yapıştırıp 'ölsün' demek! Anne olan herkesin de söyleyeceği gibi, benim de çocuğumu öldürmekle tehtit ederlerse ben de oy verirdim! Onların ölümünü isteyen sen!! Senin anneni de seni öldürmekle tehdit etselerdi inan o da oy verirdi!!

Biz düşünce özgürlüğü yaşarken, ne düşüneceğine bile karar verilmesinin ne demek olduğunu bilemeyiz! Biz yatağımızda her gece rahat uyurken, acaba hangi gece evi basıp bizi öldürücekler korkusunu bilemeyiz! Biz özgürce istediğimize oy verirken, birine oy vermezsem evladımı öldürürler korkusunu bilemeyiz! Biz günümüzü müzik dinleyerek geçirirken, mermi sesleriyle büyümenin ne demek olduğunu bilmeyiz! Biz depremi 'beşik sallar gibi' diye anlatırken, 'jetler aşşağıdan uçerken salladığı gibi'' diye anlatanları anlayamayız!!

O halk pkk değil, o halk Kürt halkı, Türklerin kardeşi.. Depremde gitsinler pkkdan yardım istesinler diyenlere; sen bu gün Kürt kardeşine sahip çıkmazsan, kim sahip çıkarsa ona dost olur unutma! Oysa bizim yapmamız gereken birlik olmak, beraber tek güç olmak! Oradaki masum bebeklerin, acılı annelerin haline üzülmüyorsan, gözümde pkkdan farkın yok bilesin! En az onlar kadar bölücüsün, onlar kadar acımasızsın, onlar kadar 'sadece ben' diyorsun, yazık!
Yalvaran gözlerle bakan Yunus'sa ölümüne sevindiğin, 14 günlük hayatının 2 gününü enkaz altında geçiren Azra bebekse yardım etmediğin, oğlunu kurtarmak için kendini siper eden ve ölen anaysa umursamadığın, asıl sen bizden değilsin!! İnan onlar senden daha kardeş benim için! 

Orada olan her insanın söylediği gibi, onları depremden daha çok kırmış, yıkmış bizim onları ötekileştirmemiz. O savunduğklarınızı dile getiren iki kadının sözleri yaralamış asıl onları. Acılarına acı katabilmeyi başarmışsınız ne mutlu size!! 
Ama bir halk düşünün; dağdan pkk vurmuş, dıştan deprem vurmuş, ama asıl taa yüreklerinden aynı topraklar üzerinde yaşadıkları kardeşleri olması gereken 'insan'lar vurmuş!!! Ama haklısınız, bütün bunları hakettiler çünkü büyük suçlu onlar. O bebekler, o çocuklar, ne hakla Türk değil de Kürt doğarlar!!

21 Ekim 2011 Cuma

Her Şey Olsa da Yetmiyor Ef...

O kadar özledim ki, o kadar işte anlatamıyorum be Ef.. Çok gün oldu görüşmeyeli, çok zaman oldu sen bana gülmeyeli, birbirimize 'sen üveysin işte üvey kardeşsin yaa'' diye atışmayalı çok zaman oldu kardeşim. Çok özledim seni anlatamam..
Saçma sapan ilişkimizi özledim, telefon edip 'Büş gel iyi değilim' demeni bile özledim. Ben saçımı açtığımda bana çemkirmeni özledim. 'Oha Büş o kadar saç mı olur?' demeni özledim. Kapıyı açtığımda karşımda seni görünce 'ben geeeldiiiimmm' demeni özledim. Annemleri evden postalayıp seni eve atmayı özledim. Amaçsızca geçirdiğimiz saatleri özledim. Seni özledim Ef, çok özledim..
5 saat boyunca 'Büüşş' demeni hatta kolumu dürtmeni bile özledim. Telefonumu suratına dayayıp salak poz vermeni özledim. Her görüştüğümüz günü anlatan çektiğimiz saçma sapan videoları özledim. Gelecek planlarımızı özledim. ''Bak kimle evlenirsen evlen karşı dairemde oturucaksın, ben Berkanla kavga edince gece sana gelicem'' demeni özledim. Hasta olduğunda suratına mendil koymanı özledim. Beni güldürmek için en saçma anda '9.15 vapuru'nu yada 'nikah masası'nı sözylemeni özledim. Ya ben kardeşimi çok özledim..


Senle yaptığımız ama benim yapamadığım yemekleri özledim. Ben her nerde olursam oluyim bi yemek yapmaya çalıştığımda arayıp sana sormayı özledim. Her ne olursa olsun o gülen yüzünü çok özledim be Ef.. çok özledim.. Bütün bunları okuyacak olsan ''offff saçmalama Büüşşş'' demeni özledim.. Ben koluna bin tane hortum taktıklarında seni izlemeyi bile özledim Ef çünkü seni çok özledim..
Hayallerimizi özledim, uydurma hikayelerimizi özledim, geyiklerimizi özledim, kedilerimizi özledim, resimlerimizi özledim, rüyalarımızı özledim, gülüşünü özledim, konuşmanı özledim, kokunu özledim, seni özledim Ef seni çok özledim..

Böyle tek başıma sana ağlamaktansa kardeşimmm, seninle birlikte ağlamayı çok özledim...

17 Ekim 2011 Pazartesi

Kim Demiş Kiraz'ın En İyi Dönemi ''Yaz''dır diye?

Her zaman deriz ya hani; felaketler geldi mi üçer beşer gelir. Böyle yağar üstüne resmen, her işin ters gider, bok gibi geçer zaman, bunalırsın falan filan.. Bunların hepsi gerçek tabi ki, aman Allah kimseyi de düşürmesin.. Ama emin olduğum bir şey var artık, güzel bir şeyler olduğunda da arka arkaya geliyor, yağmur gibi yağıyor mübarek..

Bildiğiniz gibi son zamanlarda çok yazı yazamadım, bazı sıkıntılarım vardı. Sıkıntı da demeyelim aslında, bana ilham verecek farklılıklar yaşamadım dersem daha doğru olur sanırım. Beni tanıyanlar bilir diye bir laf vardır hani, heh aynen öyle işte. Onlar bilirler ki ben ya çok mutluyken yazabilirim ya da gerçekten mutsuzsam. Demek ki son zamanlarda gayet normal insanlar gibi bi zaman geçirmişim, o yüzdendir ki biraz aksattım buraları.

Bu gün neden buradayım derseniz, hayatımda çok değişik şeyler oluyor son 2 haftadır, ben bile hızına yetişemiyorum inanın. Son bir buçuk aydır kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadım, gerçekten yemin bile edebilirim. Evimde, edebimle yaşadım gittim, kendi hayatıma baktım sadece, derken beklenmedik iş teklifleri gelmeye başladı. Hemen fesatlık yapmaya meilliliğinize izin vermeden işi de açıkliyim bence, yoksa konu farklı mecralara kayabilir..

İlk önce hayalini bile kuramayacağım büyüklükte bir şirketin hukuk departmanına girebilme gibi bir fırsat çıktı karşıma ki Kedi'mdir bu olayın öncüsü. Şok geçirmekle birlikte kendimi işe hazırladım derken daha da ilginç teklifler gelmeye başladı. Bu güne kadar normal insanlar gibi ben de bir işe girebilmek için iş arardım harıl harıl CV'ler bilmemneler tabi ki ama evde oturup iş falan dert etmeyince heralde kendileri geliyor bunların, anlamadım.

Sonra hiç kimseyi şaşırtmayarak işlerin içinden en ilgincini seçerek dergi editörlüğü yapmaya karar verdim. Evet evet herkesin ilk tepkisi ''Nasıl yapacaksın?'' oldu, bende biliyorum hiç bir fikrimin olmadığı bir alan. Ama dedim ya bu yüzden zaten kimse de şaşırmadı ya! Bu güne kadar yaptığım hangi işte daha önce tecrübem vardı ki? İşlerin üzerine bodozlama dalma konusunda üzerime yok eminim. Bu benim için o kadar büyük bir fırsat ki en azından başarmak için deneyebileceğimi düşünerek bu işe de burnumu sokmaya karar verdim..

Ben hayatımda böyle büyük kararlar verirken hayatta boş durmadı tabi, karşıma güzel süprizler çıkarmaya devam etti. Bu gün gerçekten güzel bir gündü, bazı şeylerin artık gerçekten değiştiğine inanıyorum. Bu güne kadar üzerimde hep bir lanet olduğuna inandım, işlerim hep ters gitti. Ama şimdi umuyorum ki her şeyin kefaretini ödedim ve benim için de artık güzel bir hayat beni bekliyor..

Şimdi izninizle, karşıma bu kadar güzel şeyler çıkaran hayata karşılığını vermek adına; dergi için sabaha kadar bitirmem gereken bir yazım var. Yeteri kadar oyalandım sanırım. Hepinize kucak dolusu sevgiler..
En soğuk havada bile Kiraz'ınız hep buralarda olacak...

26 Eylül 2011 Pazartesi

Kiraz Kadın Yine Aramızda..

Bloguma yazmaya ara verdiğim süreler içerisinde biliyorum ki beni çok özlediniz. Üzülmeyin geri geldim.. Bu söylediklerime 'götü kalkmış bunun, ne özleyecem seni yeaağğ'' diye tepki verenler olucak tabi ama sevgili kaprisli okurum, seni sallamıyorum. Hem okuyo olman da beni haklı çıkarmaz mı? ;)

Neyse hayal kurarak başladığımız yazımızın devamında dünyayı kurtarma planlarından, siyasette ya da benzer ciddi konulardan bahsetmek olmaz tabi. En az benim kadar biliyosunuz ki çok da ilgilenmiyorum dünyayı kurtarmakla. O işi süper kahramanlara bıraktım ben! Bu internete giremediğim süre içerisinde düşüneceğiniz üzere başıma gelenler pişmiş tavuğun başına da gelmiş midir bilemem ama bana yetti sanırım. Hayatıma yeni girmiş olanlarla artık çıkmış olanların sayısı eşit mi onu bile bilmiyorum, ipin ucunu tamamen kaçırdım.. Keçileri de kaçırdım mı? Hiç sanmıyorum..

Sanırım 'dilimde tüy bitti' olayının son noktasını dahi aştım, başka boyutlarda şeyler bitmeye başladı dilimde ama yinede anlatamadım malum. Okulu 4 senede bitirebilecek kadar zeki olmasam da aynı hatayı iki kez tekrarlayacak kadar da aptal değilim çok şükür. Bir ismin önüne 'eski' sıfatı bir kere yerleştimi, o isimden artık bir bok olmaz. Evet bazı insanlar var ki elindekilerle yetimesini bilir, yenilikleri sevmez, düzenini bozmaz falan filan.. Bak anatırken bile sıkıldım.. Ben onlardan olmayanlardanım demek ki. Son kez de burada açıklığa kavuşturaym dedim. Bir şey bitti mi bitmiştir. 'Tekrar' 'Bir kez daha' 'Bir şans daha' gibi kelimeler ne anlama geliyor bilmiyorum, anlatmanızı da istemiyorum. Üstüne alınması gerekenlerin alınmış olduğunu umarak geçiyorum..

Amaaann bu akşam evdeyim ve canım sıkıldı. Son zamanlarda yeni takıntılar edindim ve ne olduğunu söylemiycem. Imm belki de söylerim ama söyletmesini bilene.. Bu yeni şeyler sayesinde günler benim için kısaldı diyebilirim. Zaman göreceli kavram diyen adamın alnından öpebilirim yeminle. Bu arada alışverişe çıkmak istiyorum, eni sezonda çok güzel şeyler var, rüyalarıma bile giriyolar ofhh.. Ciddi bir alışverişe çıkmazsam bunalıma girebilirim dersem beni sadece kadınlar anlar biliyorum, o yüzden gençler hiç boşuna kafa yormayın, kıyamam..

Biliyorum herkes tatilin bitmesine çok üzülüyor, deniz, kum, güneş, kızlar falan.. Ama daha fazla üzücü olan bir şey var, kiraz mevsimi bitti artık.. Çok bedbahtsınız biliyorum, ama metin olun. Ben burdayım, en pahabiçilemez Kiraz olarak her mevsim sizinle buradayım..

;)

25 Ağustos 2011 Perşembe

Kıymetlimin Doğum Günü Şerefine...

Bu gün günlerden 26 Ağustos 2011, saat 00.01 suları. 26 sene öncesine gidersek, yani benim daha gökte yıldız yada ağaçta portakal olduğum zamanlarda, bu tarihte doğan bir insan vardı ki aman Yarabbim. Tam o doğarken ben de gökte yıldız olarak kaydım aslında, ona göz kırptım ama o beni göremeyecek kadar ağlıyordu malesef..
Cıyaklayarak dünyaya gelen ablamı ben de 4 sene arayla takip etmiştim, benden önce gelen abimi de takip ederek tabi ki.. Anlaşılacağı üzere, aramızda bu kadar az yaş farkıyla büyüdük,  annemin sabrının sınırlarını zorladık hatta aştık, yerle bir ettik. Kadını bizi doğurduğuna piman ettik yaramazlığımızla itiraf diyorum..
Ablam en büyüğümüz olduğundan hep ele başı ilan edilirdi ki canım en çok azarı da o yerdi hep. Kavgalarda abartmıyorum kafa göz yarılırdı, viyaklamalar, ciyaklamalar, anneye şikayetler falan neler neler...
Derken büyüdük tabi.. Ablam evlenip evden giden kişi olarakta yine ilk oldu ailemizde. Ne yalan söyliyim gelinlikle evden çıkana kadar 'ohhh bee oda bana kalıcak' diye çocukca düşüncelerim vardı. Ama sonra elin adamı evimize geldi ve aslında canımdan çok sevdiğim ablamı beyazlar giyinmiş şekilde bizden aldı ve götürdü...
Eminim kimse benden çok ağlamamıştır ablamın gidişine. Bana kalacak diye sevindiğim odada uyuyamadım bir hafta ablamın yokluğunu kabullenemediğimden. Ben onsuz yapamazdım ki, onu geri istiyordum..
Tabi ki ablam hiç geri gelmedi, onun artık yeni evi ve bir ailsi vardı. ee o zaman o glemiyosa ben giderdim di mi? Uzun zaman ablamlarda kaldım ve yine birlikte olmaya devam edebildik.. Birbirimizin en yakın arkadaşı olduk, en iyi dostu, kardeşten öte kardeşi olduk birbirimizin.. Ben ona abla demedim o bana Büşra demedi, aşkım dedik birbirimize sadece.. Çünkü o kadar severdik birbirimizi...
Derken bir gün geldi, ben yine hayatım boyunca yaptığım gibi bir hata yaptım. Götün teki olduğumu her gün kendime söyleyeceğim bir götlük yaptım ablama. Oysa bilmezmiydim onun bni ne kadar sevdiğini.. Bir daha hangi yüzle söylyebilirdim ki aslında onu hala ne kadar sevdiğimi..
Beni her zaman koruyan, kollayan, yanımda olan, herşeyden öte beni gerçekten seven insanın bana karşı olan bütün iyi niyetini yerlebir ettim, biliyorum. Ben bu kadar pislik bir insanım ki onu gerçekten ama gerçekten, hiç haketmediği halde kırdım, hem de çok kırdım. Sırf bu yüzden de Allah bni kahretsin ki hala çok pişmanım...

Ablacım, canımdan canım, aşkım! Senden ne kadar özür dilesem de, şuan hala birlikte olsakta, bana yüz çevirmeyrek beni affettiğini söyleyrek bana bir kere daha büyüklüğünü göstermiş olsanda, yaptığım yanlışı kapatacak özrü dildiğimi yada dileyebileceğimi sanmıyorum. Sana hala çok büyük bir özür borçluyum ve bu borcu hayatım boyunca sırtımda taşıyacağımı biliyorum. Bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmiycak demiştin biliyorum, bir daha bana güvenemiyeceğini de söyledin ve haklıydın biliyorum. Sadece pişmanlığımı, yaptığım eşşekliğin büyüklüğünü anladığımı biraz daha olsun sana anlatabilmek için, bu sefer tanıdığım herkesin önünde, senden bir kez daha özür diliyorum. Sana çok büyük haksızlık ettim bunu artık çok iyi biliyorum. Biz birbirimize çok benziyoruz bunu sen de biliyorsun ve bazı şeyler bizim için hiç değişmiycek, tek fark eskiden herşyi birlikte yaşayabilirkn şimdi ayrı kalmış olmamız..Ve bunun tek sorumlusu da benim çok iyi biliyorum..
Sadece bil ki seni çok özlüyorum..
İyi ki doğdum bitanem, iyi ki varsın ablacım, iyi ki hep vardın aşkım...
Seni çok seviyorum ve seni çok seviyorum...
Doğum günün kutlu olsun..
Büş'ün...

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Her Şey Can Sıkıntısından...

Hadi bakalım, bu gün de hepinizin sormak istediği soruyu ben soruyorum. Ben kim oluyorum da ota boka herşeye laf atıyorum, yorum yapıyorum? Kimim ben? Aklınızdan geçen bu soruyu bildiniz mi? Anlatiyim.
Babamın isminin Zeki olmasından başlarsak zekamla ilgili yorum yapmama gerek kalmadan devam edebilirim. Bu cümleden de anlayacağınız gibi güzel olduğum kadar da ukalayım. Akıl alamayacak kadar saçmalarım, tutmazsa kendi ağzıma sıçarım, o da tutmazsa azına sıçacak birini bulurum.
Her bokla dalga geçerim, ağlanacak halime güler ondan sonra ağlarım. Az düşünür, çabuk karar verir, çok pişman olurum. Tribi sevmem, trip yapandan nefret ederim ama elmaya bayılırım.
Gitmeyene git derim, aklımı gelmeyende bırakırım. Gerizekalı kelimesini sevgi sözcüğü olarak kullanırım. Hayvanları çok severim, erkeklerle iyi anlaşırım.
Sütten çıkmış ak kaşık değilim çünkü sütten çıkan kaşığın ak olmadığına inanırım. Bazen zevk sahibiyken bazen tam bir zevksiz olabilirim. Bir gün beğendiğim birini/bir şeyi yarın çok çirkin bulabilirim. İkilemde yaşarım, yaşatırım.
Vazgeçilmez değilim, kimseyi vazgeçilmez görmem. Öküzgilleri severim. Ben elmayı sevdim diye elmanın beni sevmesini beklemem. Çapkınlıktan hoşlanmam ama çikolataya taparım.
Mayonezin yanında ketçap istemem, patatesi en çok sade severim. Gecelerin eylenmek için, gündüzlerinse uyumak için olduğuna, insanların kafasının karıştığından her şeyin ters olduğuna inanırım.
Çalışmayı sevmem, ucunda alışveriş varsa ölüme bile giderim. Köpek severim, kedi beslerim, kuşlara yem atmam öpücük gönderirim, 62den tavşan yaparım, sadece böcekten korkarım. Amuda kalkarak bile sinek öldürebilirim.
Çok yemek yemem, kanat ızgara varsa enginlere sığmam taşarım. Yürümeyi sevmem ama yürüyüş yaparım. Canım sıkıldımı boş konuşmakta uzmanım.
Seveni ararım, bulamadımmı anasını satarım. Uzun ilişki yaşayamamamın sebebini boş zamanlarımda düşünürüm, hiç bulamadığımdan boş veririm. Geyiği severim, zevzeklikten hoşlanmam. Yaz kış şeftali aşeririm, çiğköftesiz yaşayamam.
Hiç bir zaman 'sen benim kim olduğumu biliyor musun?' diyememenin acısını yaşarım, safça sırıtıp 'merhaba' derim. Eylenmeyi severim, devamlı gülerim, somurtan insanları anlayamam.
Kızları severim, erkeklerden hoşlanırım, insanlardan nefret ederim. Akıl almayacak kadar unutkanım. Bir ev dolusu ayakkabım olsa doymam. Durduk yere gelmişe geçmişe söverim.
Pembeyi de siyahı da severim. İnsanlara inanırım, kazık yemekte üstüme tanımam. Çok güzel patatesli yumurta yaparım. Kitap okumayı sevsem de hukuk kitaplarından hazetmem.
Çoğunlukla yargılamam, yargılanırım. Çok konuşurum, çok konuşulmasını sevmem. Severim, öperim, söverim,
giderim, şaşarım, dönerim, söverim, gülerim, cayarım, unuturum, söverim, sil baştan tekrarlarım sonra yine söverim.
Sonuç olarak kendi dünyamda kendi hayatımı yaşarım, kendimce mutlu olurum.
Kısaca en az herkes kadar değerliyim, yani çok değerli bir gereksizim.
Ben Kiraz Kadınım.
Bütün bunların bana verdiği yetkiye dayanarak da her boka konuşur, yorum yaparım.
Bu konuya da açıklık getirdiysek artık uyuyabilirim.
Nokta.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

17 Ağustos 1999.. Unutamadıklarım Anısına Bu Da Benden Olsun..

Belki de daha el kadar, annemin kucağında viyakladığım günlerden beri, haftasonu yada resmi tatillerde bir gün için bile olsa, devamlı gidip gelmişizdir Gölcük-Kadıköy arasında.. Annanem, 3 dayım, 2 teyzem, yığınla kuzenim  ve benim bile hala çözemediğim annemin diğer akrabalarından oluşan ufak çaplı bir sülalemiz mevcut orada. Yoldaki pişmaniyeleri saya saya o kadar çok gitmişizdir ki o yoldan, her kilometresini ezberlemişimdir, abartmıyorum! Kaç yaşında olursak olalım o kadar seviyorduk ki anne memleketini, giderken güle eğlene gider, dönüş yolunu annemlere işkence haline getirirdik. Dönmemek için saklanmalar, arabanın anahtarını kaybetmiş numaraları, 'nolur ben burda kalayım' diye yalvarmalar vs.. Ama hayatımda tek bir sefer vardı ki, o yol bize işkence olmuştu, ağlayarak gittik, yolun sonunda bizi nelerin beklediğini tam olarak bilemeyerek..

Hepimiz biliyoruz 17 Ağustos 1999 tarihini. Hepimiz biliyoruz fakat herkes için aynı anlama gelmez bu tarih. Kimisi için yalnızca felakete neden olan bir deprem olsa da kimileri için gerçekten felaketin kendisiydi bu tarih. Bazı insanlar için sahip olduğu her şeyi kaybetmek demekti bu tarih! Bazılarımız da Gölcükte olmasa da deprem nedir öğrendi bu tarihte. İstanbulda dahi herkes sokaklara döküldü tam da gece saat 3de, Gölcükte ise herkes sokağa dökülecek kadar şanslı olamadı ne yazık ki..
Ben depremi yaşamadım, nasıl bir acı, nasıl bir korkuydu bilmiyorum. O depremde sallanmamış olsam da kalıntılarıyla çok uzun süre sarsıldım. Ben o depremde burada olmasam da enkazlarını üzerimden çok uzun süre kaldıramadım..
17 Ağustos 1999. Ailece yurt dışındaydık, tatil yapıyorduk, tanıdığımız bütün insanlar sallanırken haberimiz yoktu hiç bir şeyden. 18 Ağustos 1999 sabahı çok erken saatte biz daha uyurken babamın telefonu çalmış. Arayan amcamdı. (annem hala amcama sırf bu yaptığından dolayı dua ve teşekkür eder.) Gece Gölcükte deprem olduğunu, yıkımlar olduğunu, ama sabah çok erkenden dayımları aradığını, hepsinin çok iyi olduğunu, annemin merak etmemesini söyleyip şok olmamıza sebep olurken, başka yerden öğrenip annemin delirmesine engel olmuştu saolsun. Ama ne olursa olsun annemin çaresizce haber alma isteğini geçirememişti haliyle.
Tahmin edeceğiniz gibi apar topar geri döndük ve doğruca Gölcüğe doğru yola çıktık. Bu kez İzmit sınırına girdiğimizi ve Gölcüğe yaklaştığımızı pişmaniye satan yerlerden değil yıkık binalardan, sokaklardaki insanlardan anladık. Bu kez gülücüklerle değil gözyaşlarıyla ama yine aceleyle devam ediyorduk yolumuza. Yolun sonuna vardığımızda gerçekten bizi nelerin beklediğini bilmiyormuşuz ki bin defa dilerdim o yaşımda o manzaraları görmemeyi.
Ben depremi yaşamadım, ama çocukluğumdan beridir birlikte oynadığım arkadaşlarımın evlerini yıkık gördüm. Çok sevdiğim ablalarımın öldüğünü gördüm. Ben ölülerin enkaz altından çıkarıldığını gördüm. Ben dayımın, enkaz altından ölü çıkardığı ellerini gördüm. Ben ağlayan insanları gördüm. Ben ailesinden hiç kimse kalmamış çocukları gördüm. Ben çocuklarını kaybetmiş ağlayan anneleri gördüm. Ben, bir gece öncesine kadar mutlu olmak için herşeye sahip olan insanların artık hiç bir şeyleri olmadığını gördüm. Ben bir taşın üstünde oturmuş ne yapacağını, nereye gideceğini bilmeyen çaresiz insanları gördüm. Ben yıkımı gördüm!
Çok uzun zaman annanem ve dayılarımın hepsi büyük bahçemizde yaptıkları ahşaptan evlerde kaldılar, kendi evlerine çıkamadılar korkudan. Bizde her gittiğimizde orada kaldık onlarla, artık aramızda olmayanların eksiliğini anarak.. Çok şükür yakın akrabalarımızdan kimseye bir şey olmamıştı ama ben daha 10 yaşında gördüğüm yıkımın etkisinden uzun seneler kurtulamadım. Oradaki kimse kayıplarını uzun süre unutamadı, boşlukların yeri uzun zaman dolmadı..

Bu gün 17 Ağustos 2011. Ben artık 22 yaşındayım. O zaman çocuktum ama bu gün bile bir daha o manzarayla karşılaşmamak için dua ediyorum. Allah bu acıyı hiç kimseye yaşatmasın diye dua ediyorum. Ben bu gün bile, aslında hiç yaşamadığım o depremden korkuyorum. Binalarımızın dayanamayacağı bir deprem daha olmasından korkuyorum. O depremde kaybettiğimiz bütün sevdiklerimizi, tanıdıklarımızı, tanımadıklarımızı en içten dileklerimle anıyorum ve bu yazımı da, kendimce bir şeyler yapmış olmak adına onlara adıyorum..


14 Ağustos 2011 Pazar

Düşler Krallığı...

Bu geçirdiğimiz günlerde hem havanın sıcaklığından, hem de tembellikten çok fazla dışarı çıkmıyoruz bildiğiniz gibi. Gece sahura kadar dışarda yeteri kadar atıyoruz demekki sosyal aktivite ihtiyacımızı, gündüz çok da dışarı çıkasım gelmiyo, böyle vıcık vıcık ter ne gerek var şimdi.. Evde rahat köşeme geçip, püfür püfür eserken o güzel manzaranın karşısında kitap okumak daha cazip geliyor bana ne yalan söyliyim. Bu aralar götümden yediğim iğneler sağolsun çok fazla oturamıyor olsam da kitap okuma köşemin rahatlığı yine de cezbedici geliyor bana. Bu arada benden size tavsiye, ne olursa olsun ama ne olursa olsun her yolu deneyin de sakın antibiyotik iğne yaptırmayın. Tecrübe ettim, Allah da o iğneyi kahretsin!

Neyse gelelim asıl konumuza. Geçen gün bir kitaba başladım ki aman yarabbi. Hani kitabın son kapağını kapatırken şöyle bir bakarsın ya, okuduklarını sindirmeye çalışırsın.. Yok ben sindiremedim, bitmesin istedim hatta kitaba girmek istedim ya dedim ben de orda yaşıyim nolur ki.. Bunalıma girdim resmen. Bir aşk hikayesi ancak bukadar sıradışı şekilde başlar, bu kadar eylenceli olur ve ancak bu kadar güzel anlatılırmış, tebrik ettim!
Kitabı elimden düşüremedim diye bir tabir vardır ya, heh onu yaşadım işte bu kitabı okurken. Sanki film izler gibi, bazı sahneleri vardı ki kendimi tutamayıp olaylara bile karışır buldum kendimi heyecandan: 'hadi ama yapma' 'hassiktir' 'off inatçı' 'ayyhh canım ya' gibi tepkiler vermeye başladım istem dışı, çok ciddiyim! Hele o savaş alanındaki sahne... Alllaaaaaaaahhhh diye bağırıp sahnenin içine giresim geldi yeminle.. Gidip adamı atın üstünden indirip boynuna atlayasım geldi.. 'Aşık oldum lan sana it herif' diye bağırasım geldi.. Kitap okumak iyi bir şey derler bir de. Al bak bana kafayı yedirtti üstüne bir de bunalıma soktu pehh!
Kitap bitti, ben mal olmuş vaziyette düşünüyorum. 'yok mu lan böyle bir adam? Çıksın benim de karşıma!' Bildiğin cama çıkıp bağırasım geldi 'Yokmuuu laaağğğğnnn' diye, öyle etkisinde kaldım. Rüyalarımdaki erkek ya, hem güçlü, hem kendinden emin, hem aşık ve aşkını el üstünde tutabilecek kadar adam! Ayrıca çok iyi sevişiyo onu da göz ardı etmemek lazım ki kitabın çoğu kısmında bunu anlamak çok kolay. Ve en önemlisi esmer... Aaahh ahhhh millet böyle aşklar yaşarken biz de anca öküz sürelim tarlada ofhh..
Kitap kızın kaçırılmasıyla başladığındanmıdır o gün bu gündür bir kaçırılma isteği uyandı içimde, öyle sapıttım yani. Ablamla kitap hakkında yaptığımız yorumları yazar duysa bizi soktuğu bunalıma üzülür, kitabı yazdığına pişman olur, best seller olması önemli değil yazmasaydım keşke der.. Ah be yazar ablacım, eminim senin bizim hödüklerden haberin yoktur ki nerden anlican sen bizi..

Kitabın etkisi hala sürerken diş ağrılarım da aynı şiddetiyle devam ediyo ne yazık ki.. Yakında dişlrimi söküp atıcam o boyuta geldi. Hayır yediğim iğnelerle götümü kaybettim nerdeyse de hala geçmedi ya şu diş ağrısı pes! Ben bu ağrılarla savaşıp bir yandan da siyah atlı muhteşem kahramanımı düşünürken size de bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Kızlar okuyun da azcık bunalıma girin. Keşke bizim öküzlerde de okuma yeteneği olsaydı da okuyup azcık adamlık görselerdi ama nerdeeee...
Neyse benden bu kadar. Ağrılarımı da alıp gidiyorum. Gittim...

7 Ağustos 2011 Pazar

Zamanın Doğal Afeti Ninja Sinekler!! Vızzzzzzzzzzz.....

Bildiğiniz gibi aç, susuz ve sigarasız geçirdiğimiz bu sıcak günlerde hepimiz saatleri geçirmek için evde bilimum aktiviteler üretiyoruz kendimize. Sıcaktan evden çıkamaz durumdayız çoğumuz. Bütün gün evde oturmanın bunaltmasından olsa gerek, yemek yenildiği gibi hava da serinlediğinden dışarı atıyor herkes kendini. Biz de işte aynen bunu yapıyoruz. Karnımız tok, dilediğimiz her şeyi içebilecek şekilde sigaralarımızı da alarak gidiyoruz Saklı Bahçe'ye.. Seviyoruz orayı, rahatız, geyik muhabbet gır gır şamata, hava serin, manzara güzel, herkes bizden falan sahura kadar oturuyoruz..  Evet her şey güzel ama aslında bizim çok büyük bir sorunumuz var: SİNEKLER....

Bu günlerde bizi bunaltan sadece sıcaklar değil, bir de sinekler var, sivri sinekler. Evde, dışarda, gece, gündüz, uykudayken, uyanıkken her zaman her yerdeler. Ne evdeki sinek savarlar işe yarıyor artık, ne sokakların ilaçlanması, ne de vücudumuza sıktığımız o sinek kovucular.. Bu sinekler geçen senelerde bunların eğitimini alarak gelmişler, bunlar ninja sinekler.. Vızıldar vızıldar gözünün içine baka baka ısırır da öldüremezsin. Ben beceremiyorum en azından bir türlü.. Öldürenler de öldürmekten bıkıyorlar da ardı arkası kesilmiyor soysuzların! İşte bizim sahura kadar olan keyfimizin de içine eden baş kahramanlar da yine kendileri.. Dün gece yine oradaydık ve ben sadece muhabbetlerin arasındaki sivrilen bazı replikleri paylaşayım ki olayın vehametini biraz daha ortaya koyalım..

Burak: Oooo ekip yine toplanmış, sineklerden naber?

Mamy: Şuana kadar 5 ısırığım var..

Büşra: Ya o değilde bu arabayı yolun ortasına bırakıp giden adamı çok merak ediyorum. Neden bıraktı gitti ki acaba?

Tuba: Anahtarları da bıraksaydı keşke :/

Sitem: Ağğhhh yine ısırdı Allahın belası..

Burak: Parfümüm nasıl?

Mamy: Ağhh 6 oldu.. (şlakkk)

Büşra: Bu arabada bomba olmasın?

Tuba: Hayal gücümüze hayranım..

Kübra: Ayağımın kaşıntısından ölücem..

Emre: Kahve içelim ozaman?

Büşra: Çakmağı vers.. ammmaaaaaaaa göstere göstere de ısırılmaz kii.. (şlak)

Sitem: Aaa polisler geldi arabayı inceliyorlar..

Tuba: Ahhhh yüzümü ısırmasaydın bari..

Mamy: Allahın yok mu senin lan sinek! 7 oldu..

Büşra: Gel bebeğim gel sende :) (köpeğimiz hınzır gelir)

Kübra: Gel annem ağzını burnunu yerim ben senin..

Burak: Kübra şuan tiksindim senden!

Tuba: Ağhhh ne istiyosun benden ya git onları ısır..

Burak: ofhhh ısırdı işte mutlu oldun mu?

Nesrin: Gidiyrum ben saat 2ye geliyor. (saat 1.15)

Emre: Kahve içen var mı?

Burak: Ya parfümüm nasıl dedim!

Büşra: ofhhhhhh sinek gözüme girdi!

Tuba: Arabayı çekiyolar sonunda, sahibini de göremedik..

Mamy: Azına sıçtığımın sineği, 8 olmasaydı bari...

Kübra: Ben köpeğe yiyecek birşeyler getiricem.

Mamy: Ben açlıktan ölsem bana bi tabak yemek hazırlamassın vicdansız..

Burak: Kübra sinek de hayvan, o kanını emince neden kızıyosun?

Büşra: Kiraz yiyelim!

Sitem: Aaaaaaa heryerim kaşınıyo, yarın gelirken evin tülünden sarıcam heryerime..

Nesrin: saat 2ye geliyo ben eve gidiyorum. (1.30) hala gitmez..

Büşra: Sinek sigara dumanına gelmez, devamlı sigara içelim..

Mamy: Dumanını da ayağıma üflesene.. Ağhh 9..

Emre: Hadi bişeyler yemeye başlayalım şimdiden..

Tuba: Ahhh yine ısırdı..

Sitem: üfhhhh beni de..

Kübra: Allah Kahretsin bu sinekleri yaa..

Büşra: ofhh gerçekten Nuh peygamber zamanında o gemiden kovamamış mı bu sinekleri..

Mamy: Öldürmekle bitmiyo bunlar sandalyeyi ışığın altına götürücem ben..

Burak: Kızlar iyi yere oturmuş tabi, ağhh azıma sıçtılar burda..

Emre: Bir kahve daha mı içsem?

Nesrin: saat 2ye geliyor ben eve gidiyorum.. (1.45)

Büşra: Saat bir saattir 2 ye geliyo gelemedi bir türlü amk, tamam git artık..

Tuba: Ofhhh yine ısırdı!!!!!!
.
.
.
.

Geçirmekte olduğumuz bu sıcak günlerde insanoğlu bu duruma karşı çaresiz durumda. Depremi, seli, yangını geçti, mevsimin doğal afeti olmayı başardı. İllallah ettirdi, geceleri uyutmadı, gündüzleri iki çift laf ettirmedi, geceleri rahat bırakmadı.. Katil arılar, çekirgeler, martılar ve bilimum hayvanların filmlerini yaptıklarında çok dalga geçtik zamanında ve bunlar da o yuzden geliyor başımıza biliyorum. Ceplerimiz de minik sinek ilacı cephaneliğiyle gezmeyi düşünür olduk. Çantalarımızda fısfıs sinek kovucular taşıyoruz, devamlı sıkıyoruz işe yaramasa da.. Bir umut işte.. ilk yardım alet edevatları var yanımızda ısırılan yere sürmek için. Anlayacağınız olağan üstü hal ilan ettik kendi çapımızda .
Derdimiz kan da değil artık, hepsi onların olsun, yeter ki artık kaşınmayalım!!!!
Yeter ki kiraz mevsimi geçmesin!!

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Sadece Bir Kadının Küçük Dünyasından Bir Bakış..

Aldatmayan erkek yok bence. Bu cümleyi milyon kere kurmuşumdur belki de ama böyle biraz eksikti sanki, bir şeyler daha lazımdı tam anlamını bulması için. Son zamanlarda tanıdığım ya da duyduğum erkekler sayesinde bu konudaki mantığım belki de abartı denecek kadar değişti. Marjinalleştim mi nedir daha geniş bakar oldum olaya. Aslında erkekleri de (tabi hepsini değil) bir yerden sonra anlamaya başladım sanırım. Evet başıma saksı falan düşmüş olabilir bence de bir kontrol ettirmek lazım ama bilmiyorum, sadece değişik açılardan bakmaya çalışıyorum, çok mu medeni oldum?

Şimdi bana göre etrafta bu kadar güzel ve vermeye hazır hatun varken bir erkeğin aldatmayı düşünmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. İlk zamanlar bir iç çatışma yaşar belki ama erkekleri baştan çıkarma konusunda başarıları tartışılmaz olan kadınların çokluğundan o iç çatışmaları da kısa sürer haliyle. Aklını çelen bu kadar cazibe olmasa tek bir kadını isteyebilirdi belki erkek de ama bu durumda hiç inanmam. Bana göre benim sevgilim ya da nişanlım ya da kocam beni aldatmıyo diyorsan, seninki ya çok zeki iyi saklayabiliyor ya da daha eline bir fırsat geçmemiştir aldatabilmek için. O fırsatın da ne zaman geleceğini kim bilebilir ki..

Bir de aldatmayı beceremeyen tipler vardır ki onlar için 'bak aldatmıyo' diyecek kadar Pollyana değiliz sanırım. Bu tiplerin işi gücü dışarıdaki hatunlara bakmaktır, ahhhhhhh çekmektir, çok ister gelsinler gitsinler ama beceremezler bunu yapmayı. Aklında, evinde, odasında, zihninde devamlı aldatıyordur oysaki ama bu adam hiç suçlanmaz işte. O gördüğü her kızla beyninde bin defa yatmıştır belki ama yatağa atamadı ya çok iyi sevgilidir o, kızlar çok sever o sevgililerini yazık ki..

Aldatılmak ne olursa olsun canını yakıyo insanın bu su götürmez gerçek. Birilerinden duyuyosun, ya da seziyosun binbir dedektiflik numarasıyla öğreniyosun, küçük düştüğünü hissediyosun, seni değil o kadını tercih ettiğini düşünüyorsun, ağlıyosun, kahroluyosun oooooo neler neler.. Öğrenmesen problem değil aslında o yüzden yapıcaksa benden gizli yapsın ben bilmiyim diyoruz kızlar olarak çoğu zaman. Uyutulmak istiyoruz yani ama bir yandan da yakalamaya çalışıyoruz paranoyaklıklar falan biz de ne istediğimizi bilmiyoruz aslında. Onlar da bilmiyorlar. Bu yüzden böyle tiksinç ilişkiler yaşayıp geçinip gidemiyoruz işte..


Geçenlerde şahit olduğum bir olay, erkek olan yakın bir arkadaşım ve benimle dertleşmek istedi sadece aslında. Konunun sonunda ufaktan, yok hatta baya bi ağzına sıçsam da derdini anlatıp küfürü de yiyip rahatladı biraz sanırım. Bu bizim it bir kızla birlikteydi ama kız da tatlı mı tatlı birşey böyle, yanaklarını ısır, orasını burasını mıncır tiplerden, neyse.. Bunlar bıdı bıdı vik vik geçinip gidiyorlar derken 2 sene geçti ve artık evlenin falan diyordum ben o kadar seviyorlar birbirlerini de. Geçenlerde birden arkadaşım beni aradı ve aynen söylediği şeyi aktarıyorum  'Büş ben çok kötü birşey yaptım, vicdan azabı çekiyorum ama pişman da değilim mutluyum, kimseye anlatamıyorum derdimi sen anlayabilir misin beni?' Hayır bir an cinayet işledi de cesedi saklicak yer falan arıyo diye düşündüm, beyin fırtınası geçiriyordum ki neyse sonra anlatmaya başladı. Meğer bunun sevgilisi yeni eve çıkmış bir süre önce arkadaşıyla. Bu hınzır da eve gidiyo kalıyo falan tabi haliyle derken en olmiyacak şeyi yapıp tutup kızın ev arkadaşına aşık oluyor. Kızda da bir işveler bir cilveler derken uzun sözün kısası bu it kızdan ayrılıp ev arkadaşıyla birlikte olmaya başlıyor. Diğer kız da tabi hem sevgilisinden hem de en yakın arkadaşından yediği kazığa oturarak bunalım zamanlar geçiriyor haliyle. Çocuğun azına sıçtım, kıza sövdüm sövdüm sövdüm ama sonunda bana bir şey söyledi, yorum yapmıyorum  ve onu da aynen yazıyorum : 'Büş, onu seviyordum ama ev arkadaşını görünce sevgi değil bildiğin aşık oldum, başka hiçbirşey istemiyordum, bir daha gelicek miyiz hayata? Neden aşkımı yaşayamıyim ki? Ben aklımda sadece ev arkadaşı varken onla birlikte olmaya devam etsem daha mı iyiydi? Ya da diğerleri gibi ikisyle de mi birlikte olsaydım?'' Hala olay bana çok ağır gelse de artık kimseyi suçlayamıyorum, mantık çok da saçma değil aslında. Aldatmak sadece bedensel değil ki, aklında başkası varsa, kalbinde başkası varsa o ilişki bitmemiş midir, ben mi saçmalıyorum yoksa yine? Ufh bilmiyorum bu konudaki fikrim her dakikada değişiyor çok sinir bozucu bir durum..

O zaman iki olay daha anlatayım da birlikte yoralım çük kadar beynimizi. İlk olayda esas kızımızla esas erkeğimiz ilk gördüklerinde ciddi anlamda etkilenirler birbirlerinden. Zamanla bir ilişkiye başlarlar, çekim vardır aralarında, zamanla aşık olurlar. Çocuk hiç bir zaman aldatmayacağına yemin eder, gözü kızdan başkasını görmüyordur öyle söyler. Kız inanır. Ama gün gelir o da aldatır... Kız kırılmıştır, ayakta uyutulmuştur, başkasından öğrenmiştir ve küçük düşmüştür, aldatılmıştır ve en kötüsü de kandırılmıştır! İçi acır ve ayrılır, bu da aşk hikayelerinin sonu olur. Tipik bir Türk ilişkisi aslında temel hatlarıyla, o yuzden herkese tanıdık gelmesi de çok normal. Asıl anlatacağım ikinci hikaye yabancı gelicek hepinize çünkü alışılmadık olan o. Yine bir esas oğlan ve  esas kız mevcut ve yine birbirlerini gördüklerinde etkilenme mevcut. İnanılmaz çekim var, ve yine bir süreden sonra birlikte olmaya başlayacaklardır ki çocuk anlatmaya başlar: 'Senle herşey çok güzel ama benim başka ihtiyaçlarım da var. Senle görüştüğümüzün ertesi günü bi kızla yattım. Büyük ihtimalle yarın gece de öyle olucak. Senden bir şey saklamak istemiyorum, seni üzmek istemiyorum, en azından dürüst olmak istedim. Sen çok farklısın, çok güzelsin, çok iyisin ama diğerleri olmadan da yapamıyorum napiyim, ben orospu çocuğunun tekiyim, senin aradığın adam ben değilim!'

İknci olayı duyunca 'çüş amk' diyor insan di mi? Ben de ilk duyduğumda öyle dedim, yok artık bu nasıl bir orospu çocukluğu dedim. Ama biraz daha düşününce öyle değil diyorum şimdi. Hangisi daha kötü? Aylarca belki yıllarca mal gibi inanıp sonunda hüsrana uğrayıp yaptıklarına yanmak mı, kandırılmakmı? Yoksa en başından kim olduğunu ne olduğunu söyleyip bu şekilde kabul edersen et etmezsen seni oyalamama da üzmeme de gerek yok mantığı mı, ne kadar kötü olsa da dürüst olmak mı? Aslında hangisi daha orospu çocuğu?

Evet aldatmak diye birşey olmasa keşke, herkesin sevdiği insanla beraberce bir ömür mutlu yaşayabildiği ütopik bir dünyamız olsa.. Ama üzgünüm ki hepimiz bok gibi ilişkiler yaşamaya devam edicez kusura bakmayın. Daha çok hikayem var aslında farklı yönlerden kandırma konusunda. Bir de sana aşık olduğunu inandırıp aklınca eylenmeye çalışanlar var onlara girmiyorum bile. Olayın özünü çözdük bence daha fazla uzatmaya gerek yok. Bütün bu söylediklerimizin sonucunda evet evlilik çok zor görünüyor ya da uzak, olmiyacak, olsa da yürümeyecek bir şey gibi. Ne diyim demekki insanlar boşuna korkmuyo evlenmekten, birisine resmi makamla bağlanmaktan boşuna kaçınmıyorlar.. Ben ne yaparım bilmiyorum ama erkeklere hayatımın hiçbir döneminde bir daha güvenmeyeceğim kesin gibi. Hee bunları yazdım diye 'Kadınlar da aldatıyo nolmuş yani?' demeyin beyler, biliyorum aldatan kadın da çok ama o da sizin yaranız, oturun onu da siz yazın...

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Yumurtadan Civciv Çıkartan Sorular; TOP 10 !

Bazı sorular var ki gerçekten sorulduğunda 'hassiktir' diye düşünsem de kaçış yolunu bulamadan cevaplamak zorunda kalıyorum.. İşte ben o sorulardan, ÖSS'den de, finallerden de nefret ettiğimden daha çok nefret ediyorum! Ama gelin görün ki her gün en az birine de kesin maruz kalıyorum.. Şöyle bir nefes alıyorum, içimden sövüyorum ve cevap vermeye çalışırken sövmeye devam ediyorum.. Yani haberiniz olsun, aslında hepinize devamlı sövüyorum...

Mesela en kötülerinden bir tanesi ve beni en çok zorlayan soru: 'Baban ne iş yapıyor?' Allah da kahretsin o soruyu, doktor mühendis gibi bir şey değil ki tek kelimeyle cevap vereyim. Soru bir kere sorulmuştur ve gözümün içine bakıyordur soruyu soran hıyar cevap vermem için. Çaresizce düşündükten sonra başlıyorum anlatmaya çalışmaya : 'Immm ya yurt dışından granit getiriyo, hem piyasaya veriyo hem de kendisi inşaatlarla da ilgilendiğinden inşaatlarda da kullanıyo' Bunları anlatmaya çalışırken yeteri kadar çırpınmışımdır ki en boktan soruyu sorarlar hemen ardından: 'müteahhit mi yani?' ve benim için daha zor anlar başlar : 'yok ya öyle değil, kaba inşaatı başkaları yapıyo, babam dışını içini yaptırıyo, güzelleştiriyo ya böyle dizayn gibi, yani mimarla falan çalışıyo işte nebiliyim ya aman öyle bir şeyler işte ofh!'' Bana bu isyanı yaşatmanıza ne gerek var? Size ne benim babamın ne iş yaptığından! Hayır zaten anlatamıyorum, yarım yamalak öğrendiğin bu bilgi senin ne işine yarayacak ben onu merak ediyorum. Aslında ben anlatmaya başladığımda soran da pişman oluyo sorduğuna farkındayım ama ok yaydan çıkmış oluyo bir kere... TDK size sesleniyorum, bir el atın da şu babamın işine de tek kelimelik bir isim bulun be gözünüzü seveyim..

İkinci sırada gelen soru da kesinlikle 'Nerelisin?' On senelik arkadaşıma bile bir kere olsun sormamışımdır bu soruyu. Sanane abi nereliyim, burada yaşıyorum işte neyin peşindesin yani? Hayır bir de cevabı da beğenmezler  bu tür meraklı tipler. İstanbulluyum derim burun kıvırır ve sıradaki sinir bozucu soruda orada gelir: 'Bırak İstanbulu aslen nerelisin?' Ananın amından geliyorum töbeeeee... Yine başlıyorum kendimce çırpınarak anlatmaya 'Ya ben burda doğdum büyüdüm, babam da burda doğmuş büyümüş, zamanında dedemler Erzurumdan göçmüş gelmiş ama hiç alakamız yok ki orayla, babam da gitmez biz de. Neden Erzurumluyum diyim ki? Benim memleketim Kadıköy, kimliğimde de öyle yazıyo!' Bana şu kadar dili döktürünce başı göğe mi eriyo bilmiyorum ama sonunda cevaptan tatmin oluyorlar sanırım. Bu aralar da başka bir akın gelişti. Beni İranlılara, Hintlilere, Azerilere benzeten çok oldu da son bir iki haftadır yaklaşık 50 kişi Erzincanlımısın diye sordu. Acaba küfür gibi bir şey mi ki ben anlamadım?

Sıralama yaptığımızda üçüncü sıraya da kesinlikle, bir şey hakkında konuşurken birden lafımı keserek sorulan 'Burcun ne?' sorusu yerleşir. Lafım kesilmiştir zaten bi şalter atmıştır, ya sabır der 'KOÇ!' diyerek lafımı anlatmaya devam ederim ki o densiz tekrar 'aaaaa yükselenin ne peki?' diye devam eder. Yükselenine sokiyim senin bakışını atarak 'O da koç!' derim ki o anda zaten konu piç olmuştur, artık burçlar hakkında geyik dönmeye başlamıştır, geçmiş olsun. Aman ne boş konuşur herkes, yok akreplerin Allah belasını versin, yok ikizler dengesiz, yok bir daha ki sevgilim şu burçtan olsun falan böyle uzar gider de bitmez bir türlü. Yav tamam burç güzel şey de evde internetten kendininkini açıp bakınca güzel, sanane elalemin burcundan, banane senin sevgilinin burcundan! İnsanlar işte garib olay...

Dördüncü sırada da kesinlikle eve geldiğimde annemden gelen ve hiç bir zaman sekmeyen 'Nerden geliyosun?'  sorusudur. Eve zaten gelmişim, ölmemişim, kaçırılmamışım, yaralı falan da değilim. O zaman ilk sorunun bu olmasına ne gerek var, bi nasılsın de be kadın, ya da hoşgeldin falan ne biliyim vardır ilk gelene söylenen daha normal şeyler. Sonrasında gelen soru da bununla yarışır ama: 'Kiminleydin?' Ebenin.... Anneye küfredilmez oluyor sonra da.. 'Ahmetle, Mehmetle, sarı çizmeli Mehmet ağayla, Ayşeyle, Fatmayla, komşunun kızıyla... Napıcaksın anne?' Gelen cevabın tonlaması bile herzaman aynıdır 'Bu kadar konuşacağına düzgün cevap verseydin şimdiye konu kapanmıştı!' Hayır haksız da değil aslında, söylesem rahatlayacak ama uyuzluk işte yapacak bir şey yok..

Muhabbetin içinde sorulan 'Ben kaç yaşında gösteriyorum?' sorusu da beşinci sırada yerini alır, acımaz! Hayır neden uğraştırıyorsun beni, söylesen nolucak heyecanı mı kaçıcak yaşının? En beceremediğim şeylerden biridir yaş tahmini. Ne desem diye düşünürüm sallarım ama alakasız çıkar kesin ve inadına da uzatır karşıdaki, bidaha tahmin etmemi bekler nasıl bir fantaziyse. Yukarı mı aşşa mı onu söyle bari diye de çemkiririm hatta sonunda, yaşını bulurum da o da rahatlar ben de. İşin uyuz yanı yaşı umrumda falan da değildir, kendini neden böyle triplere sokarsın be adam yada kadın her neyse.. Bir de bana sen 17 18 yaşında gösteriyorsun derler ya ağızlarının ortasına bir yumruk atasım gelir işte ve bu bir gün olacak bak demedi demeyin..

Bir de bir soru vardır ki beyin fırtınası geçirtir de nafile, ama altıncı sırada yerini alır: 'Bende bir değişiklik var mı?' Bu soru bir kere gelmiştir ya, kaçarı yoktur bulacaksın ya da bulamadığın için tribi çekeceksin ki ikisi de katlanılmaz hal alabilir inanın. Düşünürüm, düşünürüm, düşünürüm..... Acaba saçımı ki? yok kaşı mı,? ya da ojesi? elbisesi mi yeni? yok yok yeni ayakkabı? lens mi takmış? Sonunda da hiç bir şey bulamam çünkü değişiklik varsa da önceki halini hatırlayamam ki değişikliği anlayabiliyim. Ben daha dün akşam ne yediğimi hatırlamazken benden bu büyük beklenti neden onu da çözemem bir türlü.. Sonunda gözümün içine bakıp benden cevap bekleyen insana bir şey söylemem gerekir ve...: 'ıııııımmm boyun mu uzamış senin?'  gibi birşey çıkar ve karşıdakinin yüzü düşer: 'hayır bir milim incelmişim nasıl farketmezsin?' Mal olurum, dumur olurum, kafamı duvarlara vurmak isterim ve evet hep tribi çeken de ben olurum lanet olsun ki..

Yedinci sıraya geldiğimizde bizi bekleyen soru, sevgilisiyle tanıştırdıktan sonra arkadaşımın bana sorduğu 'Yakışıyo muyuz?' sorusu olur kesinlikle.. Hayır ne dememi bekliyosun ki? Çocuk çok çirkin ayrıca hiç de yakışmıyosunuz falan dersem yüzüme bakmazsın ki bir daha, kıskandım sanarsın büyük ihtimalle. Ya da üzülürsün falan saçma sapan gereksiz yere ne gerek var. 'Çok yakışmışsınız cidden çok beğendim, ayrılmazsınız umarım, Allah bir yastıkta kocatsın' falan bilimum saçmalarım napayım. Aslında soran da gerçeği istemiyodur ki, bunları duymak için soruyordur. Kendi içinde çekişmeler var da onu gidermek için beni seçme arkadaşım, sonunda birinize söyliycem 'Bok gibisiniz' diye o olacak! (Bu kısımın yakınımdakiler için geçerli olmadığını söylememe gerek yok sanırım :) ) Neyse devam edelim o halde..

Sevgilin vardır, böyle sarılmış güzel bi an yaşıyorsundur, biraz da romantik belki.. Tam da orada bir soru sorar ki herşeyin içine sıçar ve o soruda sekizinci sıradadır: 'Beni seviyor musun?' E be gerizekalı, sevmesem o az önceki içine sıçtığın resimde neden olalım. Nasıl saçma bir sorudur ki bu hala çözemedim. Hep düşünmüşümdür 'Yoo sevmiyorum onu da nerden çıkardın?' falan desem, ama böyle ciddi şekilde, o zaman napacak acaba. E seviyo olmanın verdiği salaklıkla 'Seviyorum tabi' cevabını da veriyor insan. İlişkinin içinde insan hakkaten çok salak oluyor ya hale bak! Bu soruyu duyduktan sonra ilişki tekrar gözden geçirilmeli, bi ara falan verilmeli böyle gitmez..

Dokuzuncu sırada da, çocukluğumdan beri kabusum olan soru olsun istedim: 'Bir havuzu 2 musluk 3 saatte yarısından biraz fazlasına kadar dolduruyor ve bir muslukta 5 saatte boşaltıyorsa, muslukların hepsini açtığımızda havuzun 3/85 ini kaç saatte doldurur?' Allahda belasını versin o havuzun musluklarını açanında kapatanın da. Küçükken bile gördüğümde küfretmeye başlardım, yapamazdım da zaten bir türlü. Hele şu boşaltan musluğu hiç anlamam. Amacın havuzu doldurmaksa bir yandan neden boşaltıyosun? Çözemiyodum, mantığım almıyodu böyle deliriyodum ya.. Sorunun yazdığı kağıdı parçalayıp yere atıp üstünde tepinmek falan geliyordu içimden,şaka değil. Evet, çocukluğuma inmek lazım diye boşuna demiyorum..

Vee son yani onuncu soru da en saçmaları ki can dayanmaz: 'Kiraz yer misin?' Ya bu soru sorulur mu? Böyle bir soru olmaması lazım bir kere. 'Kiraz yemek' cümlesinin soru kalıbı olmaması gerekiyor sevgili Türkçemizde. Yenmezmi kiraz ya, kiraz candır!.. Herkesler yesin, herkesler sevsin..
Kirazlar hiç bitmesin..

26 Temmuz 2011 Salı

O Değil de Abi Kim Bu Yavuz Ya!!

Bütün saçma olaylar benim mi başıma geliyor, yoksa başkaları da böyle şeyler yaşıyor mu bilmiyorum ama gün itibariyle garip tecrübeler edinmeye hızla devam ediyorum. Hani diyorum ya; insanları, daha çok da erkekleri anlamıyorum diye, anlamıyorum abi valla anlamıyorum, anlayabileceğimi de hiç sanmıyorum.. Ama saolsunlar sayelerinde her geçen gün bir yaşıma daha giriyorum o ayrı..

Şimdi olay şu ki, her zamanki gibi eve dönmek için minübüse bindim, yanımda da arkadaşım.. Derken baktım 'o' da minübüse bindi. O' nun kim olduğunu sorucaksınız doğal olarak, onu da şöyle anlatiyim.. Oturuyoruz öyle lak lak falan derken bir kız geldi yanıma, ' abim bu mektubu sana gönderdi' dedi, elime pembe bir zarf sıkıştırdı. Evet adam üşenmemiş gitmiş bir de minik pembe zarfla kağıtta almış.. Vay amk derken açtım kağıdı şöyle bir yazı: ' Ben Yavuz, aramanı bekliyorum pişman olmiycaksın 05*********'  Bir kağıda baktım, bir kıza baktım, bir etrafımdakilere baktım, onlar bana baktı falan saçma sapan bir an yaşadık derken kağıdı geri verdim, al bunu geri götür dedim ve gönderdim.. Bir iki dalga geçtikten sonra bizim için konu orda kapanmıştı , ama başkaları için öyle değilmiş meğer...

Konu unutulmuş bambaşka geyikler dönüyordu ki birden biri geldi ve karşıma dikildi sap gibi.. Ben anlamsız bakışlar atarken bana ' Neden böyle yaptın?'  dedi, ama bildiğin trip atar şekilde.. ' Pardon? ' dedim, 'numaramı neden geri gönderdin?' dedi.. Öyle afallamışım ki cevap falan hak getire, yanımdakilerin onu kovmasıyla kendime geldim.. İşte bu neyin kafasını yaşadığı belli olmayan adam 'o' oluyor canlarım benim...

Neyse dediğim gibi bir baktım o da minübüse bindi.. Arkadaşımla birbirimize baktık ama sonra olabilir diye düşündük, bu araba bi bizim eve gitmiyo sonuçta dimi?. Biz tıngır mıngır giderken arkadaşım evine geldi ve indi haliyle, arkaya döndüm bi baktım o hala orda.. Belki de buralarda oturuyordur dedim döndüm derken ben de indim.. Evet tahmin ettiğiniz gibi o da inmişti ki aslında beni takip ettiğini ozaman anladım. Hassiktir 2 dk sonra evde olucam ve evimi öğrenicek diyerekten başka sokaklara daldım, it herif hala peşimde.. Oraya git buraya git kurtulamıyorum anasını satiyim.. En sonunda baktım olacak gibi değil bir arkadaşımı aradım, döndüm adamın karşısına dikildim, polisi aradığımı eğer siktirip gitmezse polisi çağıracağımı söyledim derken adam gitti ve rahat bir nefes alabildim.. Ama gerçekten gecenin bir vakti böyle bir tecrübe hiç hoş olmuyo kızlar benden söylemesi..

Gariplikler burada bitti sanmayın tabi ki, olayın içinde ben varım lütfen! Aradığım arkadaşım ne olduğunu sordu, ben de anlattım haliyle bi yandan da korkarak.. Kendimce konuyu kapattım ve evime gidip yattım..
Sabah kalktığımda garip şekilde insanların bana mesaj gönderdiğini gördüm.. Dalga geçenler, merakla soranlar falan derken olabilir dedim ağızdan ağıza yayılmıştır normal.. Bu gün devamlı gittiğimiz cafeye gittiğimde anladım olayın vehametini.. Cafe sahiplerini geçtim artık hadi onlar baya tanıdık artık da orda çalışan garsonlardan birinin de gelip bana ' ya kim bu Yavuz dün seni takip etmiş? ' demesiyle benim anlam veremeyen bön bakışlarımı ona göndermem çok da garip değildir heralde.. Öyle bir bakakaldım çocuğa ki çocuk da yanlış bişey mi sordum bakışını gönderdi bana, ben anladım..

Meğer ben o sevgili arkadaşımı arayıp olayı anlattıktan sonra saolsun o da cafedekileri, o da yetmemiş yanındaki yöresindeki esnafları, oradaki arkadaşları seferber etmiş 'kim bu Yavuz' diye. Resmen adamın robot resmini çizip 'ARANIYOR' afişleriyle asmadıkları kalmış sokakta.. Ah canım tamam çok güzel etmişsin de bu kadar da afişe etmeye gerek yoktu ki be annem.. Olayın iyi yönleri de var tabi ki.. Mesela adam artık oralara yaklaşamaz, hatta Yavuz ismindeki herkes zanlı şuanda dikkat yani! E bir de benim götüm de azcık kalktı tabi ister istemez, kıçı kırık Büşradan, takip edilen ve bu yüzden ortalığın velveleye verildiği bir hatun olduk haliyle lütfen yani.. Ah be Yavuz, peşimden geldin de noldu başın göğemi erdi bilmiyorum ama bak nelere sebep oldun sapık hayranım benim.. 
He bir de ağzımıza dolanmayı da başardın tabi:

' O değil de abi kim bu Yavuz ya! '

22 Temmuz 2011 Cuma

Bazı Günler, O Günlerden Değildir!

Bu gün çok garip bi gündü yaa. Neye göre garip, kime göre garip bilmiyorum ama bi enteresanlık vardı. Bir arkadaşımın beni dürtüp ' Büş neden devamlı dalıp gidiyosun? ' dediğinde farkettim, aslında nerdeysem orda değilim. Bildiğin beyin gücüyle uçuyorum da nereye gittiğim belli değil, öyle daldan dala. Yanımda insanlar muhabbet ediyo ama belki de ilk defa başıma geldiğinden garipsedim  bukadar, gerçekten ne konuştular diye sorsa birisi hiç bir fikrim yok. Bildiğin balataları falan yaktık heralde anlamadım gitti..
En fazla koptuğum kısımlar tabi ki de sigara içtiğim zamanlar. Başka yerlerde olduğuma yemin edebilirim okadar yani.. Ölüm tehlikesi falan da geçirmedim bugün ama hayatımın son iki senesi film şeridi gibi geçti gözümün önünden.. Sigaranın kısalığına falan küfrediyordum sonra, öyle birşeyler vardı, Allahım sana geliyorum..

Eve dönüş yolum daha eğlenceliydi bu ne ki.. Ama gerçekten insanın kafasının en çok çalıştığı yer tuvalettir hikayesi yalan inanmayın. Yoldayken aklıma gelenlerin, kafamdan geçenlerin çeyreği gelmiyo tuvaletteyken aklıma. Saat sınırı varsa tuvaletteyken, onu bilemiycem tabi..O değil de 1 saatlik yolculuğumuzda bir çift laf etmeyen bir yol arkadaşım vardı ki sorma gitsin. Acaba etmiş midir ki? Şuan bilemedim valla, Allahım bana neler oluyo?

Bildiğin sıkıldığımı anladım bugün. Ottan, boktan, börtü böcekten, ibnesinden şerefsizinden hepsinden sıkıldım.  Eğlence falan değil aradığım, olay da bu. Nedendir bilinmez insanlar eğlence istediğimi falan sanıyo, çok enteresan. Birileriyle takılalım, güzel zaman geçirelim, o gelsin bu gitsin falan.... Yok öyle bişey ya, bundan en çok nefret eden, bu konudaki en geri kafalı insanlardanım belki de nasıl bu kanıya varılıyo anlayabilmiş değilim. İnsanların kendi bokluğu diyerek çıkıyorum ancak bu işin de içinden, yapacak bir şey yok.. Nasıl bi psikolojiye girdim belli değil ya kızım sen kimsin, çık içimden!

Garip bir özleme dürtüsü geliştirdim sanırım bugün içimde, saçma sapan şeyleri bi özliyeceğim tuttu aa.. Çalınan kedimi özledim (çok eskidendi), alt kattaki kuzenimin kafasına elma atmayı özledim, babanemin çekirdek alalım diye para vermesini özledim ( bunu yaptığında bir hafta dalga geçmeyi de ihmal etmemiştik, nur içinde yatsın..) iki gün boyunca deliksiz uyumayı özledim, Kedi'mi özledim ( bildiğiniz kedilerden değil bu, o kendini bilir :) ) gece denize girmeyi özledim, yolu kaybetmeyi özledim, o saçma sapan işimi bile özledim var mı böyle bir şey? o da yetmiyosa 'neden böyle oldu?' demediğim zamanları özledim işte daha ne kadar saçmalabilirm? Ay annem okusa bunu 'kızım nazar nazar birinin gözü kalmış sende' derdi, duyar gibiyim şuan. Ah anacım vallaha bi bulsam itinayla oyucam aha da buraya yazıyorum...

Gelelim fasulyelerin faydalarına.. Çocukken abimle boğuşmalarımızdan aldığım darbelerin de payı olabilir aklımın benle oyun oynamasında tabi ama bence asıl nedeni başka darbelerden. Benim asıl sıkıntımı da çözdüm ben, derdim o bu şu değil.. 'Neden?' sorusuna yanıt bulamıyosam bir olayda ahanda sıçtım.. Beynimi yiyorum resmen bi bok var ya sanki!

O değil de ulan selo (lisedeki müdür yardımcım) bugün sana bile küfrettim ya sonra güldüm kendime.. Bok herif belki de bunlar da hep senin yüzünden kim bilir. Ama babam da sövdü hee, yalnız bırakmadı beni.. Üstüne bir de babama gönül koydum çocukken bi keresinde beni balık tutmaya götürmemişti diye, aman Allahım kısa bir zamanlık şok geçirmek gibi birşeydir bu umarım yoksa kendimin bu halini öldürürüm, yakındır.. Adam gönlümü almak için dondurma aldı bana okadar vahim yani...

Derken azönce bir silkelendim bi kendime geldim heralde hı?.Sıcaktan bu sıcaktan ben anladım.. Sevmiyorum sıcağı ya üşüyelim azcıkta kar falan yağsın kar topu oynayalım. Yağmur yağsın bok gibi ıslanalım donumuza kadar, sövelim sonra yağmura.. Çizme falan giyelim artık hoff.. Neyse şimdilik güneşe sövmekle yetinicem sanırım..  Bi bakayım... Aynada da güzel görünüyorum hani.. uykum da geldi, bugünki kirazımı da yedim. Ohhhh miss..  Eee daha ne duruyoruz uyuyalım ozaman...
Rüyamda gördüklerim? Onlar da bana kalsın..

ZzzzZZzzzZZZzzzzzZZZzzzzZZZzzzzzzzZZZZZzzzzzzzz............................

21 Temmuz 2011 Perşembe

Bknz: İkili İlişkiler Zor, Hakkaten Zor!!

Öncelikle birazdan okuyacağınız hiçbir şeyin, gerçek olay ve kişilerle bir alakası olmayıp, hepsi benim hayal ürünüm ve kuruntumdan ibarettir. Kendimce ilişkilerde olması gereken ve olmaması gereken şeyleri anlattım. 'Sen ne anlarsın ilişkiden, bilsen kendin uygulardın' derseniz de alınmam. Haklısınız, hepsini de kıçımdan uydurdum..

 Tartışma olacak bir kere. Yani iki insan gibi tartışabilecekler. İnsan gibi kısmına özellikle dikkat edilmesini istiyorum, öyle saçma sapan haddini aşmalar küfür kıyamet olursa boka sarar tabi. Ama arada erkek 'sen nasıl...' la başlayan cümleler kuracak, kadın ' senin ne haddine...'yle başlayan çemkirmelerle cevap verecek. Böyle bir hır gür falan derken hele bir de o sonundaki salak barışmaları da olmazsa olmaz tabi.. Tipik tuz biber falan filan işte..

Sonra kıskançlık olacak. Öyle o bana karışmasın ben de ona karışmayayım falan saçma sapan.. Erkek dediğin karışacak, kıskanacak ya böyle elini masaya vuracak hani ama bokunu çıkarmadan tabi..Sahiplenecek ama hakim de olmayacak. ( bunu söyledim ama nasıl bir şey ben de anlamadım ) Aman ya ben de neler diyorum erkeklerden bahsediyoruz dimi? Neyse bunu geçelim..


Erkek öyle sümsük romantik olmayacak ama el insaf yani arada bir bi çift güzel kelam da etsin yani.. Tamam kızlar nedendir bilinmez öküzleri hödükleri tercih ediyolar hep ama iki çift güzel söz de söyleseniz bi tarafınızdan eksilmez. Kız da azcık nazlı cilveli olsun anacım. Öyle odun karıya da hödük erkek müstehak tabi ki..Onlar da artık sürtünerek alev malev alır ya da yuvarlanarak giderler heralde ne bilim aman..

Çiftlerin ikisi de ya gezenti olacak ya da ikisi de pinekleme meraklısı kukuman olacaklar evde sabah akşam karşılıklı cikcikliycekler. Tabi ki de tercihim birincisi, o çifti salsan dünyayı bile gezer ki ideal çifttir o, candır.. Ama emin olun ikinci çiftte ne kadar ıykk diye baksak ta çok iyi anlaşıyorlar. Şahidim, tam 2 hafta evden çıkmayan bir çiftte gördüm ve nasıl mutlulardı şuan anlatamıyorum... Ama işte biri gezgin ördek diğeri mıymıy miskin olursa o iş yaş, sıkıntı büyük demektir.. Alarmlar çalmaya başlamışdır...

Aldatma da olmasın be.. Yalan dolan da olmasın. Erkek 'adam' olsun, kadın 'hatun' olsun, gül gibi yaşasınlar, yeri gelsin birbirlerini yesinler, yeri gelsin yesinler birbirlerini.. Uçkurunun iki dakikalık keyfi için yıkmasın lan işte sağı solu. Ufh şuan çok sinir oldum, ne boktan ilişkilerimiz var tiksindim.. Kızlar aman dikkat, erken teşhis her zaman hayat kurtarır..

Sakal olacak ama.. Sakal olmazsa olmaz. Sakal candır, sakal her şeydir.. Yemek salçasız, kadın kalçasız, erkek sakalsız falan diye devam eder böyle, acımaz.. Sevmiyorum ya sakalsız erkeği ne o öyle sinek kaydı falan, bir de benim kayasım geliyo amk.. E ozaman hatun da kalçalı oldumuydu ooohhh değmeyin keyiflerine.. ( 'öyle evde bacak bacak üstüne atarak otursun, viskime buz atsın, kulak memelerimi emsin, yapsın abi bunu yapsın...' değinmeden edemedim :) ) Şttt kapatın gözlerinizi!!

Hatun yemek yapmayı bilecek. Doyuracak erkeğinin karnını.. Erkek, yol, kalp, mide. İşte en az dört element kadar iyi bilinmesi gereken kilit dört kelime, ben anlatmıyım bunları da.. Bir kere de doyursanız karnını da yeter, 5 ay söyleyin işte idare eder o baya bir zaman sizi. İki taraf da mutludur, birbirini doyurmuştur, sorun yoktur, yola devam...

Bir de Allah rızası için 5 saat telefonda konuşmaya ne gerek var hı? Bir ayda 5000 sms i bitirmeye ne gerek var a dostlar.. Arkadaşlarınla otururken, pardon oturamazken devamlı onunla telefonda konuşmaya ya da çık çık çık msj yazmaya ne gerek var? Konuşun ben konuşmayın demiyorum ki, hobi olarak yine konuşmaya devam edin ama bu nedir böyle? Siz ayrılmasanız da ben ayırırım sizi merak etmeyin...

Son olarak kiraz yenecek, sevgililer birbirine kiraz yedirecek, erkek eve gelirken elinde en az bir kilo kirazla gelecek, Kiraz sevilecek... Yoksa bu ilişki yürümez kusura bakmayın..

Eveeeettt sonuç olarak en azından kadın doğum uzmanı olan erkek doktorlar kadar açıkladım işte ikili ilişkileri. Saçmalama potansiyelim bu akşam da yerinde olduğu için ne kadar memnunuz bilemem ama en azından neden bir ilişkim olmadığını ben de sizin gibi bir kere daha anladım. O zaman ımm.. Peki o zaman ben gideyim de bir film izliyim. Yok bu sefer romantik komedi falan değil, bildiğin kurgu polisiye izliyecem ve bundan sonra seri cinayetler üzerinde yoğunlaşıcam. Merak etmeyin benden kimseye zarar gelmez, mi ki...?!

Rrrrrramm pa pa pam rrrrrram pa pa pam!!!!!!!

Man Down!!!

19 Temmuz 2011 Salı

Herkes Bir Gün Hata Yaptığını Anlarmış..

Biz kızlar olarak hikayelerin hep aynı olduğunu sanarız çoğu zaman. Ya da 'erkekler hep aynı zaten' demişizdir hayatımızın her gününde en az bir kere.. E ben de sizlerdenim haliyle. Erkeklerin hepsi bok, öküz, odun, pislik, ibne vs. bilimum hakaretleri mütemadiyen sarfetmekteyim devamlı. Ama gel gör ki değişen ne var diye sorduğumuzda cevap da hep aynı ; HİÇ!

Kızlar aslında hikayeler aynı değil de bizim erkekler çok zeki olduklarını sanaraktan aynı numaraları yutturmaya mı çalışıyorlar herkese anlamadım. Ama ozaman bizde az salak değiliz ki her seferinde yiyoruz şaka maka.. Yav bazen cidden düşünüyorum neden bu kadar kandırılmaya aç dolanıyoruz ortalıkta?

Yok yok ben artık 'erkekler' ve 'kızlar' genellemesinden bıktım. Hepsi saçmalık! Bakıyorum etrafıma gerçekten mutlu çiftler var. Demekki erkeğin düzgünü, kadının akıllısı da mevcut etrafta. O zaman demekki ya salak olan benim ya da bana gelen erkeklerin hepsi birbirinden şerefsiz. A pardon 'Orospu çocuğu'..(anlayan anlar!)

Güzel bir aşk hikayesi nasıl başlar ki? Hiç ummadığın bir anda tanışırsın, farkında olmadan muhabbete dalmış bulursun kendini, konuşursun konuşursun soyutlanırsın bütün dünyadan. Sonra başbaşa kalmak için bahaneler ararsın, bulursunda.. Kısa zamanda her anını onunla geçirmek istiyo hale gelirsin kolayca. Sonra bir anda romantik anlar yaşarsın ne biliyim fıskiyenin altında falan öpüşürsün. Daha da fantazi yapar gece birlikte denize girersin, güneşin doğuşunu denizde beraber izlersin gibi güzel ama imkansız şeylerle mi başlar aşk? Ya da onun için bir şehirden başka şehire mi gitmen gerekir? Senin kulağına 'senin için her yere gelirim!' diye fısıldarsa sana aşık olmuş demek midir?!

O mutlu çiftlerin yaşadığı aşk hikayeleri böyle mi başlamıştır bilmiyoum aklıma gelen en romantik şeyler bunlardı. Aslında belkide sadece sade bir seni seviyorumdan ibaret mutlulukları kimbilir..

Bana belki hep yanlış erkek denk geldi, belki doğruydu da ben kaçırdım, belki o insan hala dışarlarda biryerlerde, belki hiç öyle biri yok ben yarın ölüp gidicem.. Hiç önemli değil ben yanlız da mutluyum dostlarım saolsun falan diye saçmalamiycam merak etmeyin.. Tabiki de kendimi çok yalnız hissettiğim, şuan bunu yazarkenki gibi, anlar da yaşamıyo değilim. Feminist ya da lezbiyem olmaya da karar vermedim hala çok şükür. (ama yakındır!)

Herkes ilişki konusunda üzülmüştür, bir dönem yalnız kalmıştır bu sıkıntı değil.. Sadece hergün kızıyorum kendime hala insanların söylediği her söze inandığım için. Evet işte bu yüzden tam bir salağım kabul ediyorum. Yüzbin defa 'bidaha güvenme bunlara salak' desem de kendime nasıl bir saçmalıktır kendi kendimi dinlemmemekte çok ısrarlı ve istikrarlıyım. Her seferinde bir adım daha fazla salaklık yapmak da neyse onda üstüme yok işte. 'Geçen seferde az üzdürdüm kendimi bu sefer biraz daha fazla üzmesi için elimden geleni yapiyim' diyorum. İç çatışmaların son noktasıyım biliyorum !

Velhasıl kelam saçma sapan işlerle uğraşmaktan saçımla başımla falan ilgilenememişim bu aralar ne ayıp! Şöyle bir duş aliyim saçımı başımı yapiyim hatta dışarı çıkıp bir hava aliyim. Yarın bir kuaföre gidip kendime çeki düzen vereyim. Üstüne bir de alışveriş ne kadar güzel gider di mi?

O zaman temennimiz çiftler hep elele olsun mutluluk cıvıldasın..

Orospu çocuklarının hepsi ölsün..

Fenerbahçe her sene şampiyon olsun..

Pembe rengim hiç solmasın..

Kiraz sadece yazın değil her mevsim olsun..

5 Temmuz 2011 Salı

Bir Ampul Yandı!

İşi gücü olmayan boş insanlardan olaraktan hergün dergi karıştırır gibi karıştırıyorum milletin bloglarını. Kim nerde ne yapmış, bugün ne giymiş, nereye gitmiş, son dedikodular, yani nerde boş iş var onları okuyarak geçiriyorum zamanı. 


Derken bugün yine blogları karıştırırken ilk defa 'abi neden ben de blog açmıyorum?' gibi bir soru sordum kendime ve bir ampul yandı tam kafamın üstünde. Evet bugüne kadar aklıma bile gelmemişdi. Bu salaklığımı da blogumdaki ilk yazımda itiraf etmeyi kendime bir borç bildim. 


Bu şeyi açalı tam olarak kaç saat oldu bilmiyorum çünkü kurcalamakdan kendimi kaybetmişim. Evet saçma sapan orasını burasını bişiler şeediyim derken böyle birşey çıktı ortaya. 


O zaman ne diyelim? bana hayırlı uğurlu olsun. 


Giden gitsin kalan sağlar bizim olsun. 


Gökten üç kiraz düşsün hepsi bana gelsin. 


Bol kirazlı günler hepinizin olsun..