25 Ağustos 2011 Perşembe

Kıymetlimin Doğum Günü Şerefine...

Bu gün günlerden 26 Ağustos 2011, saat 00.01 suları. 26 sene öncesine gidersek, yani benim daha gökte yıldız yada ağaçta portakal olduğum zamanlarda, bu tarihte doğan bir insan vardı ki aman Yarabbim. Tam o doğarken ben de gökte yıldız olarak kaydım aslında, ona göz kırptım ama o beni göremeyecek kadar ağlıyordu malesef..
Cıyaklayarak dünyaya gelen ablamı ben de 4 sene arayla takip etmiştim, benden önce gelen abimi de takip ederek tabi ki.. Anlaşılacağı üzere, aramızda bu kadar az yaş farkıyla büyüdük,  annemin sabrının sınırlarını zorladık hatta aştık, yerle bir ettik. Kadını bizi doğurduğuna piman ettik yaramazlığımızla itiraf diyorum..
Ablam en büyüğümüz olduğundan hep ele başı ilan edilirdi ki canım en çok azarı da o yerdi hep. Kavgalarda abartmıyorum kafa göz yarılırdı, viyaklamalar, ciyaklamalar, anneye şikayetler falan neler neler...
Derken büyüdük tabi.. Ablam evlenip evden giden kişi olarakta yine ilk oldu ailemizde. Ne yalan söyliyim gelinlikle evden çıkana kadar 'ohhh bee oda bana kalıcak' diye çocukca düşüncelerim vardı. Ama sonra elin adamı evimize geldi ve aslında canımdan çok sevdiğim ablamı beyazlar giyinmiş şekilde bizden aldı ve götürdü...
Eminim kimse benden çok ağlamamıştır ablamın gidişine. Bana kalacak diye sevindiğim odada uyuyamadım bir hafta ablamın yokluğunu kabullenemediğimden. Ben onsuz yapamazdım ki, onu geri istiyordum..
Tabi ki ablam hiç geri gelmedi, onun artık yeni evi ve bir ailsi vardı. ee o zaman o glemiyosa ben giderdim di mi? Uzun zaman ablamlarda kaldım ve yine birlikte olmaya devam edebildik.. Birbirimizin en yakın arkadaşı olduk, en iyi dostu, kardeşten öte kardeşi olduk birbirimizin.. Ben ona abla demedim o bana Büşra demedi, aşkım dedik birbirimize sadece.. Çünkü o kadar severdik birbirimizi...
Derken bir gün geldi, ben yine hayatım boyunca yaptığım gibi bir hata yaptım. Götün teki olduğumu her gün kendime söyleyeceğim bir götlük yaptım ablama. Oysa bilmezmiydim onun bni ne kadar sevdiğini.. Bir daha hangi yüzle söylyebilirdim ki aslında onu hala ne kadar sevdiğimi..
Beni her zaman koruyan, kollayan, yanımda olan, herşeyden öte beni gerçekten seven insanın bana karşı olan bütün iyi niyetini yerlebir ettim, biliyorum. Ben bu kadar pislik bir insanım ki onu gerçekten ama gerçekten, hiç haketmediği halde kırdım, hem de çok kırdım. Sırf bu yüzden de Allah bni kahretsin ki hala çok pişmanım...

Ablacım, canımdan canım, aşkım! Senden ne kadar özür dilesem de, şuan hala birlikte olsakta, bana yüz çevirmeyrek beni affettiğini söyleyrek bana bir kere daha büyüklüğünü göstermiş olsanda, yaptığım yanlışı kapatacak özrü dildiğimi yada dileyebileceğimi sanmıyorum. Sana hala çok büyük bir özür borçluyum ve bu borcu hayatım boyunca sırtımda taşıyacağımı biliyorum. Bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmiycak demiştin biliyorum, bir daha bana güvenemiyeceğini de söyledin ve haklıydın biliyorum. Sadece pişmanlığımı, yaptığım eşşekliğin büyüklüğünü anladığımı biraz daha olsun sana anlatabilmek için, bu sefer tanıdığım herkesin önünde, senden bir kez daha özür diliyorum. Sana çok büyük haksızlık ettim bunu artık çok iyi biliyorum. Biz birbirimize çok benziyoruz bunu sen de biliyorsun ve bazı şeyler bizim için hiç değişmiycek, tek fark eskiden herşyi birlikte yaşayabilirkn şimdi ayrı kalmış olmamız..Ve bunun tek sorumlusu da benim çok iyi biliyorum..
Sadece bil ki seni çok özlüyorum..
İyi ki doğdum bitanem, iyi ki varsın ablacım, iyi ki hep vardın aşkım...
Seni çok seviyorum ve seni çok seviyorum...
Doğum günün kutlu olsun..
Büş'ün...

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Her Şey Can Sıkıntısından...

Hadi bakalım, bu gün de hepinizin sormak istediği soruyu ben soruyorum. Ben kim oluyorum da ota boka herşeye laf atıyorum, yorum yapıyorum? Kimim ben? Aklınızdan geçen bu soruyu bildiniz mi? Anlatiyim.
Babamın isminin Zeki olmasından başlarsak zekamla ilgili yorum yapmama gerek kalmadan devam edebilirim. Bu cümleden de anlayacağınız gibi güzel olduğum kadar da ukalayım. Akıl alamayacak kadar saçmalarım, tutmazsa kendi ağzıma sıçarım, o da tutmazsa azına sıçacak birini bulurum.
Her bokla dalga geçerim, ağlanacak halime güler ondan sonra ağlarım. Az düşünür, çabuk karar verir, çok pişman olurum. Tribi sevmem, trip yapandan nefret ederim ama elmaya bayılırım.
Gitmeyene git derim, aklımı gelmeyende bırakırım. Gerizekalı kelimesini sevgi sözcüğü olarak kullanırım. Hayvanları çok severim, erkeklerle iyi anlaşırım.
Sütten çıkmış ak kaşık değilim çünkü sütten çıkan kaşığın ak olmadığına inanırım. Bazen zevk sahibiyken bazen tam bir zevksiz olabilirim. Bir gün beğendiğim birini/bir şeyi yarın çok çirkin bulabilirim. İkilemde yaşarım, yaşatırım.
Vazgeçilmez değilim, kimseyi vazgeçilmez görmem. Öküzgilleri severim. Ben elmayı sevdim diye elmanın beni sevmesini beklemem. Çapkınlıktan hoşlanmam ama çikolataya taparım.
Mayonezin yanında ketçap istemem, patatesi en çok sade severim. Gecelerin eylenmek için, gündüzlerinse uyumak için olduğuna, insanların kafasının karıştığından her şeyin ters olduğuna inanırım.
Çalışmayı sevmem, ucunda alışveriş varsa ölüme bile giderim. Köpek severim, kedi beslerim, kuşlara yem atmam öpücük gönderirim, 62den tavşan yaparım, sadece böcekten korkarım. Amuda kalkarak bile sinek öldürebilirim.
Çok yemek yemem, kanat ızgara varsa enginlere sığmam taşarım. Yürümeyi sevmem ama yürüyüş yaparım. Canım sıkıldımı boş konuşmakta uzmanım.
Seveni ararım, bulamadımmı anasını satarım. Uzun ilişki yaşayamamamın sebebini boş zamanlarımda düşünürüm, hiç bulamadığımdan boş veririm. Geyiği severim, zevzeklikten hoşlanmam. Yaz kış şeftali aşeririm, çiğköftesiz yaşayamam.
Hiç bir zaman 'sen benim kim olduğumu biliyor musun?' diyememenin acısını yaşarım, safça sırıtıp 'merhaba' derim. Eylenmeyi severim, devamlı gülerim, somurtan insanları anlayamam.
Kızları severim, erkeklerden hoşlanırım, insanlardan nefret ederim. Akıl almayacak kadar unutkanım. Bir ev dolusu ayakkabım olsa doymam. Durduk yere gelmişe geçmişe söverim.
Pembeyi de siyahı da severim. İnsanlara inanırım, kazık yemekte üstüme tanımam. Çok güzel patatesli yumurta yaparım. Kitap okumayı sevsem de hukuk kitaplarından hazetmem.
Çoğunlukla yargılamam, yargılanırım. Çok konuşurum, çok konuşulmasını sevmem. Severim, öperim, söverim,
giderim, şaşarım, dönerim, söverim, gülerim, cayarım, unuturum, söverim, sil baştan tekrarlarım sonra yine söverim.
Sonuç olarak kendi dünyamda kendi hayatımı yaşarım, kendimce mutlu olurum.
Kısaca en az herkes kadar değerliyim, yani çok değerli bir gereksizim.
Ben Kiraz Kadınım.
Bütün bunların bana verdiği yetkiye dayanarak da her boka konuşur, yorum yaparım.
Bu konuya da açıklık getirdiysek artık uyuyabilirim.
Nokta.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

17 Ağustos 1999.. Unutamadıklarım Anısına Bu Da Benden Olsun..

Belki de daha el kadar, annemin kucağında viyakladığım günlerden beri, haftasonu yada resmi tatillerde bir gün için bile olsa, devamlı gidip gelmişizdir Gölcük-Kadıköy arasında.. Annanem, 3 dayım, 2 teyzem, yığınla kuzenim  ve benim bile hala çözemediğim annemin diğer akrabalarından oluşan ufak çaplı bir sülalemiz mevcut orada. Yoldaki pişmaniyeleri saya saya o kadar çok gitmişizdir ki o yoldan, her kilometresini ezberlemişimdir, abartmıyorum! Kaç yaşında olursak olalım o kadar seviyorduk ki anne memleketini, giderken güle eğlene gider, dönüş yolunu annemlere işkence haline getirirdik. Dönmemek için saklanmalar, arabanın anahtarını kaybetmiş numaraları, 'nolur ben burda kalayım' diye yalvarmalar vs.. Ama hayatımda tek bir sefer vardı ki, o yol bize işkence olmuştu, ağlayarak gittik, yolun sonunda bizi nelerin beklediğini tam olarak bilemeyerek..

Hepimiz biliyoruz 17 Ağustos 1999 tarihini. Hepimiz biliyoruz fakat herkes için aynı anlama gelmez bu tarih. Kimisi için yalnızca felakete neden olan bir deprem olsa da kimileri için gerçekten felaketin kendisiydi bu tarih. Bazı insanlar için sahip olduğu her şeyi kaybetmek demekti bu tarih! Bazılarımız da Gölcükte olmasa da deprem nedir öğrendi bu tarihte. İstanbulda dahi herkes sokaklara döküldü tam da gece saat 3de, Gölcükte ise herkes sokağa dökülecek kadar şanslı olamadı ne yazık ki..
Ben depremi yaşamadım, nasıl bir acı, nasıl bir korkuydu bilmiyorum. O depremde sallanmamış olsam da kalıntılarıyla çok uzun süre sarsıldım. Ben o depremde burada olmasam da enkazlarını üzerimden çok uzun süre kaldıramadım..
17 Ağustos 1999. Ailece yurt dışındaydık, tatil yapıyorduk, tanıdığımız bütün insanlar sallanırken haberimiz yoktu hiç bir şeyden. 18 Ağustos 1999 sabahı çok erken saatte biz daha uyurken babamın telefonu çalmış. Arayan amcamdı. (annem hala amcama sırf bu yaptığından dolayı dua ve teşekkür eder.) Gece Gölcükte deprem olduğunu, yıkımlar olduğunu, ama sabah çok erkenden dayımları aradığını, hepsinin çok iyi olduğunu, annemin merak etmemesini söyleyip şok olmamıza sebep olurken, başka yerden öğrenip annemin delirmesine engel olmuştu saolsun. Ama ne olursa olsun annemin çaresizce haber alma isteğini geçirememişti haliyle.
Tahmin edeceğiniz gibi apar topar geri döndük ve doğruca Gölcüğe doğru yola çıktık. Bu kez İzmit sınırına girdiğimizi ve Gölcüğe yaklaştığımızı pişmaniye satan yerlerden değil yıkık binalardan, sokaklardaki insanlardan anladık. Bu kez gülücüklerle değil gözyaşlarıyla ama yine aceleyle devam ediyorduk yolumuza. Yolun sonuna vardığımızda gerçekten bizi nelerin beklediğini bilmiyormuşuz ki bin defa dilerdim o yaşımda o manzaraları görmemeyi.
Ben depremi yaşamadım, ama çocukluğumdan beridir birlikte oynadığım arkadaşlarımın evlerini yıkık gördüm. Çok sevdiğim ablalarımın öldüğünü gördüm. Ben ölülerin enkaz altından çıkarıldığını gördüm. Ben dayımın, enkaz altından ölü çıkardığı ellerini gördüm. Ben ağlayan insanları gördüm. Ben ailesinden hiç kimse kalmamış çocukları gördüm. Ben çocuklarını kaybetmiş ağlayan anneleri gördüm. Ben, bir gece öncesine kadar mutlu olmak için herşeye sahip olan insanların artık hiç bir şeyleri olmadığını gördüm. Ben bir taşın üstünde oturmuş ne yapacağını, nereye gideceğini bilmeyen çaresiz insanları gördüm. Ben yıkımı gördüm!
Çok uzun zaman annanem ve dayılarımın hepsi büyük bahçemizde yaptıkları ahşaptan evlerde kaldılar, kendi evlerine çıkamadılar korkudan. Bizde her gittiğimizde orada kaldık onlarla, artık aramızda olmayanların eksiliğini anarak.. Çok şükür yakın akrabalarımızdan kimseye bir şey olmamıştı ama ben daha 10 yaşında gördüğüm yıkımın etkisinden uzun seneler kurtulamadım. Oradaki kimse kayıplarını uzun süre unutamadı, boşlukların yeri uzun zaman dolmadı..

Bu gün 17 Ağustos 2011. Ben artık 22 yaşındayım. O zaman çocuktum ama bu gün bile bir daha o manzarayla karşılaşmamak için dua ediyorum. Allah bu acıyı hiç kimseye yaşatmasın diye dua ediyorum. Ben bu gün bile, aslında hiç yaşamadığım o depremden korkuyorum. Binalarımızın dayanamayacağı bir deprem daha olmasından korkuyorum. O depremde kaybettiğimiz bütün sevdiklerimizi, tanıdıklarımızı, tanımadıklarımızı en içten dileklerimle anıyorum ve bu yazımı da, kendimce bir şeyler yapmış olmak adına onlara adıyorum..


14 Ağustos 2011 Pazar

Düşler Krallığı...

Bu geçirdiğimiz günlerde hem havanın sıcaklığından, hem de tembellikten çok fazla dışarı çıkmıyoruz bildiğiniz gibi. Gece sahura kadar dışarda yeteri kadar atıyoruz demekki sosyal aktivite ihtiyacımızı, gündüz çok da dışarı çıkasım gelmiyo, böyle vıcık vıcık ter ne gerek var şimdi.. Evde rahat köşeme geçip, püfür püfür eserken o güzel manzaranın karşısında kitap okumak daha cazip geliyor bana ne yalan söyliyim. Bu aralar götümden yediğim iğneler sağolsun çok fazla oturamıyor olsam da kitap okuma köşemin rahatlığı yine de cezbedici geliyor bana. Bu arada benden size tavsiye, ne olursa olsun ama ne olursa olsun her yolu deneyin de sakın antibiyotik iğne yaptırmayın. Tecrübe ettim, Allah da o iğneyi kahretsin!

Neyse gelelim asıl konumuza. Geçen gün bir kitaba başladım ki aman yarabbi. Hani kitabın son kapağını kapatırken şöyle bir bakarsın ya, okuduklarını sindirmeye çalışırsın.. Yok ben sindiremedim, bitmesin istedim hatta kitaba girmek istedim ya dedim ben de orda yaşıyim nolur ki.. Bunalıma girdim resmen. Bir aşk hikayesi ancak bukadar sıradışı şekilde başlar, bu kadar eylenceli olur ve ancak bu kadar güzel anlatılırmış, tebrik ettim!
Kitabı elimden düşüremedim diye bir tabir vardır ya, heh onu yaşadım işte bu kitabı okurken. Sanki film izler gibi, bazı sahneleri vardı ki kendimi tutamayıp olaylara bile karışır buldum kendimi heyecandan: 'hadi ama yapma' 'hassiktir' 'off inatçı' 'ayyhh canım ya' gibi tepkiler vermeye başladım istem dışı, çok ciddiyim! Hele o savaş alanındaki sahne... Alllaaaaaaaahhhh diye bağırıp sahnenin içine giresim geldi yeminle.. Gidip adamı atın üstünden indirip boynuna atlayasım geldi.. 'Aşık oldum lan sana it herif' diye bağırasım geldi.. Kitap okumak iyi bir şey derler bir de. Al bak bana kafayı yedirtti üstüne bir de bunalıma soktu pehh!
Kitap bitti, ben mal olmuş vaziyette düşünüyorum. 'yok mu lan böyle bir adam? Çıksın benim de karşıma!' Bildiğin cama çıkıp bağırasım geldi 'Yokmuuu laaağğğğnnn' diye, öyle etkisinde kaldım. Rüyalarımdaki erkek ya, hem güçlü, hem kendinden emin, hem aşık ve aşkını el üstünde tutabilecek kadar adam! Ayrıca çok iyi sevişiyo onu da göz ardı etmemek lazım ki kitabın çoğu kısmında bunu anlamak çok kolay. Ve en önemlisi esmer... Aaahh ahhhh millet böyle aşklar yaşarken biz de anca öküz sürelim tarlada ofhh..
Kitap kızın kaçırılmasıyla başladığındanmıdır o gün bu gündür bir kaçırılma isteği uyandı içimde, öyle sapıttım yani. Ablamla kitap hakkında yaptığımız yorumları yazar duysa bizi soktuğu bunalıma üzülür, kitabı yazdığına pişman olur, best seller olması önemli değil yazmasaydım keşke der.. Ah be yazar ablacım, eminim senin bizim hödüklerden haberin yoktur ki nerden anlican sen bizi..

Kitabın etkisi hala sürerken diş ağrılarım da aynı şiddetiyle devam ediyo ne yazık ki.. Yakında dişlrimi söküp atıcam o boyuta geldi. Hayır yediğim iğnelerle götümü kaybettim nerdeyse de hala geçmedi ya şu diş ağrısı pes! Ben bu ağrılarla savaşıp bir yandan da siyah atlı muhteşem kahramanımı düşünürken size de bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Kızlar okuyun da azcık bunalıma girin. Keşke bizim öküzlerde de okuma yeteneği olsaydı da okuyup azcık adamlık görselerdi ama nerdeeee...
Neyse benden bu kadar. Ağrılarımı da alıp gidiyorum. Gittim...

7 Ağustos 2011 Pazar

Zamanın Doğal Afeti Ninja Sinekler!! Vızzzzzzzzzzz.....

Bildiğiniz gibi aç, susuz ve sigarasız geçirdiğimiz bu sıcak günlerde hepimiz saatleri geçirmek için evde bilimum aktiviteler üretiyoruz kendimize. Sıcaktan evden çıkamaz durumdayız çoğumuz. Bütün gün evde oturmanın bunaltmasından olsa gerek, yemek yenildiği gibi hava da serinlediğinden dışarı atıyor herkes kendini. Biz de işte aynen bunu yapıyoruz. Karnımız tok, dilediğimiz her şeyi içebilecek şekilde sigaralarımızı da alarak gidiyoruz Saklı Bahçe'ye.. Seviyoruz orayı, rahatız, geyik muhabbet gır gır şamata, hava serin, manzara güzel, herkes bizden falan sahura kadar oturuyoruz..  Evet her şey güzel ama aslında bizim çok büyük bir sorunumuz var: SİNEKLER....

Bu günlerde bizi bunaltan sadece sıcaklar değil, bir de sinekler var, sivri sinekler. Evde, dışarda, gece, gündüz, uykudayken, uyanıkken her zaman her yerdeler. Ne evdeki sinek savarlar işe yarıyor artık, ne sokakların ilaçlanması, ne de vücudumuza sıktığımız o sinek kovucular.. Bu sinekler geçen senelerde bunların eğitimini alarak gelmişler, bunlar ninja sinekler.. Vızıldar vızıldar gözünün içine baka baka ısırır da öldüremezsin. Ben beceremiyorum en azından bir türlü.. Öldürenler de öldürmekten bıkıyorlar da ardı arkası kesilmiyor soysuzların! İşte bizim sahura kadar olan keyfimizin de içine eden baş kahramanlar da yine kendileri.. Dün gece yine oradaydık ve ben sadece muhabbetlerin arasındaki sivrilen bazı replikleri paylaşayım ki olayın vehametini biraz daha ortaya koyalım..

Burak: Oooo ekip yine toplanmış, sineklerden naber?

Mamy: Şuana kadar 5 ısırığım var..

Büşra: Ya o değilde bu arabayı yolun ortasına bırakıp giden adamı çok merak ediyorum. Neden bıraktı gitti ki acaba?

Tuba: Anahtarları da bıraksaydı keşke :/

Sitem: Ağğhhh yine ısırdı Allahın belası..

Burak: Parfümüm nasıl?

Mamy: Ağhh 6 oldu.. (şlakkk)

Büşra: Bu arabada bomba olmasın?

Tuba: Hayal gücümüze hayranım..

Kübra: Ayağımın kaşıntısından ölücem..

Emre: Kahve içelim ozaman?

Büşra: Çakmağı vers.. ammmaaaaaaaa göstere göstere de ısırılmaz kii.. (şlak)

Sitem: Aaa polisler geldi arabayı inceliyorlar..

Tuba: Ahhhh yüzümü ısırmasaydın bari..

Mamy: Allahın yok mu senin lan sinek! 7 oldu..

Büşra: Gel bebeğim gel sende :) (köpeğimiz hınzır gelir)

Kübra: Gel annem ağzını burnunu yerim ben senin..

Burak: Kübra şuan tiksindim senden!

Tuba: Ağhhh ne istiyosun benden ya git onları ısır..

Burak: ofhhh ısırdı işte mutlu oldun mu?

Nesrin: Gidiyrum ben saat 2ye geliyor. (saat 1.15)

Emre: Kahve içen var mı?

Burak: Ya parfümüm nasıl dedim!

Büşra: ofhhhhhh sinek gözüme girdi!

Tuba: Arabayı çekiyolar sonunda, sahibini de göremedik..

Mamy: Azına sıçtığımın sineği, 8 olmasaydı bari...

Kübra: Ben köpeğe yiyecek birşeyler getiricem.

Mamy: Ben açlıktan ölsem bana bi tabak yemek hazırlamassın vicdansız..

Burak: Kübra sinek de hayvan, o kanını emince neden kızıyosun?

Büşra: Kiraz yiyelim!

Sitem: Aaaaaaa heryerim kaşınıyo, yarın gelirken evin tülünden sarıcam heryerime..

Nesrin: saat 2ye geliyo ben eve gidiyorum. (1.30) hala gitmez..

Büşra: Sinek sigara dumanına gelmez, devamlı sigara içelim..

Mamy: Dumanını da ayağıma üflesene.. Ağhh 9..

Emre: Hadi bişeyler yemeye başlayalım şimdiden..

Tuba: Ahhh yine ısırdı..

Sitem: üfhhhh beni de..

Kübra: Allah Kahretsin bu sinekleri yaa..

Büşra: ofhh gerçekten Nuh peygamber zamanında o gemiden kovamamış mı bu sinekleri..

Mamy: Öldürmekle bitmiyo bunlar sandalyeyi ışığın altına götürücem ben..

Burak: Kızlar iyi yere oturmuş tabi, ağhh azıma sıçtılar burda..

Emre: Bir kahve daha mı içsem?

Nesrin: saat 2ye geliyor ben eve gidiyorum.. (1.45)

Büşra: Saat bir saattir 2 ye geliyo gelemedi bir türlü amk, tamam git artık..

Tuba: Ofhhh yine ısırdı!!!!!!
.
.
.
.

Geçirmekte olduğumuz bu sıcak günlerde insanoğlu bu duruma karşı çaresiz durumda. Depremi, seli, yangını geçti, mevsimin doğal afeti olmayı başardı. İllallah ettirdi, geceleri uyutmadı, gündüzleri iki çift laf ettirmedi, geceleri rahat bırakmadı.. Katil arılar, çekirgeler, martılar ve bilimum hayvanların filmlerini yaptıklarında çok dalga geçtik zamanında ve bunlar da o yuzden geliyor başımıza biliyorum. Ceplerimiz de minik sinek ilacı cephaneliğiyle gezmeyi düşünür olduk. Çantalarımızda fısfıs sinek kovucular taşıyoruz, devamlı sıkıyoruz işe yaramasa da.. Bir umut işte.. ilk yardım alet edevatları var yanımızda ısırılan yere sürmek için. Anlayacağınız olağan üstü hal ilan ettik kendi çapımızda .
Derdimiz kan da değil artık, hepsi onların olsun, yeter ki artık kaşınmayalım!!!!
Yeter ki kiraz mevsimi geçmesin!!

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Sadece Bir Kadının Küçük Dünyasından Bir Bakış..

Aldatmayan erkek yok bence. Bu cümleyi milyon kere kurmuşumdur belki de ama böyle biraz eksikti sanki, bir şeyler daha lazımdı tam anlamını bulması için. Son zamanlarda tanıdığım ya da duyduğum erkekler sayesinde bu konudaki mantığım belki de abartı denecek kadar değişti. Marjinalleştim mi nedir daha geniş bakar oldum olaya. Aslında erkekleri de (tabi hepsini değil) bir yerden sonra anlamaya başladım sanırım. Evet başıma saksı falan düşmüş olabilir bence de bir kontrol ettirmek lazım ama bilmiyorum, sadece değişik açılardan bakmaya çalışıyorum, çok mu medeni oldum?

Şimdi bana göre etrafta bu kadar güzel ve vermeye hazır hatun varken bir erkeğin aldatmayı düşünmemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. İlk zamanlar bir iç çatışma yaşar belki ama erkekleri baştan çıkarma konusunda başarıları tartışılmaz olan kadınların çokluğundan o iç çatışmaları da kısa sürer haliyle. Aklını çelen bu kadar cazibe olmasa tek bir kadını isteyebilirdi belki erkek de ama bu durumda hiç inanmam. Bana göre benim sevgilim ya da nişanlım ya da kocam beni aldatmıyo diyorsan, seninki ya çok zeki iyi saklayabiliyor ya da daha eline bir fırsat geçmemiştir aldatabilmek için. O fırsatın da ne zaman geleceğini kim bilebilir ki..

Bir de aldatmayı beceremeyen tipler vardır ki onlar için 'bak aldatmıyo' diyecek kadar Pollyana değiliz sanırım. Bu tiplerin işi gücü dışarıdaki hatunlara bakmaktır, ahhhhhhh çekmektir, çok ister gelsinler gitsinler ama beceremezler bunu yapmayı. Aklında, evinde, odasında, zihninde devamlı aldatıyordur oysaki ama bu adam hiç suçlanmaz işte. O gördüğü her kızla beyninde bin defa yatmıştır belki ama yatağa atamadı ya çok iyi sevgilidir o, kızlar çok sever o sevgililerini yazık ki..

Aldatılmak ne olursa olsun canını yakıyo insanın bu su götürmez gerçek. Birilerinden duyuyosun, ya da seziyosun binbir dedektiflik numarasıyla öğreniyosun, küçük düştüğünü hissediyosun, seni değil o kadını tercih ettiğini düşünüyorsun, ağlıyosun, kahroluyosun oooooo neler neler.. Öğrenmesen problem değil aslında o yüzden yapıcaksa benden gizli yapsın ben bilmiyim diyoruz kızlar olarak çoğu zaman. Uyutulmak istiyoruz yani ama bir yandan da yakalamaya çalışıyoruz paranoyaklıklar falan biz de ne istediğimizi bilmiyoruz aslında. Onlar da bilmiyorlar. Bu yüzden böyle tiksinç ilişkiler yaşayıp geçinip gidemiyoruz işte..


Geçenlerde şahit olduğum bir olay, erkek olan yakın bir arkadaşım ve benimle dertleşmek istedi sadece aslında. Konunun sonunda ufaktan, yok hatta baya bi ağzına sıçsam da derdini anlatıp küfürü de yiyip rahatladı biraz sanırım. Bu bizim it bir kızla birlikteydi ama kız da tatlı mı tatlı birşey böyle, yanaklarını ısır, orasını burasını mıncır tiplerden, neyse.. Bunlar bıdı bıdı vik vik geçinip gidiyorlar derken 2 sene geçti ve artık evlenin falan diyordum ben o kadar seviyorlar birbirlerini de. Geçenlerde birden arkadaşım beni aradı ve aynen söylediği şeyi aktarıyorum  'Büş ben çok kötü birşey yaptım, vicdan azabı çekiyorum ama pişman da değilim mutluyum, kimseye anlatamıyorum derdimi sen anlayabilir misin beni?' Hayır bir an cinayet işledi de cesedi saklicak yer falan arıyo diye düşündüm, beyin fırtınası geçiriyordum ki neyse sonra anlatmaya başladı. Meğer bunun sevgilisi yeni eve çıkmış bir süre önce arkadaşıyla. Bu hınzır da eve gidiyo kalıyo falan tabi haliyle derken en olmiyacak şeyi yapıp tutup kızın ev arkadaşına aşık oluyor. Kızda da bir işveler bir cilveler derken uzun sözün kısası bu it kızdan ayrılıp ev arkadaşıyla birlikte olmaya başlıyor. Diğer kız da tabi hem sevgilisinden hem de en yakın arkadaşından yediği kazığa oturarak bunalım zamanlar geçiriyor haliyle. Çocuğun azına sıçtım, kıza sövdüm sövdüm sövdüm ama sonunda bana bir şey söyledi, yorum yapmıyorum  ve onu da aynen yazıyorum : 'Büş, onu seviyordum ama ev arkadaşını görünce sevgi değil bildiğin aşık oldum, başka hiçbirşey istemiyordum, bir daha gelicek miyiz hayata? Neden aşkımı yaşayamıyim ki? Ben aklımda sadece ev arkadaşı varken onla birlikte olmaya devam etsem daha mı iyiydi? Ya da diğerleri gibi ikisyle de mi birlikte olsaydım?'' Hala olay bana çok ağır gelse de artık kimseyi suçlayamıyorum, mantık çok da saçma değil aslında. Aldatmak sadece bedensel değil ki, aklında başkası varsa, kalbinde başkası varsa o ilişki bitmemiş midir, ben mi saçmalıyorum yoksa yine? Ufh bilmiyorum bu konudaki fikrim her dakikada değişiyor çok sinir bozucu bir durum..

O zaman iki olay daha anlatayım da birlikte yoralım çük kadar beynimizi. İlk olayda esas kızımızla esas erkeğimiz ilk gördüklerinde ciddi anlamda etkilenirler birbirlerinden. Zamanla bir ilişkiye başlarlar, çekim vardır aralarında, zamanla aşık olurlar. Çocuk hiç bir zaman aldatmayacağına yemin eder, gözü kızdan başkasını görmüyordur öyle söyler. Kız inanır. Ama gün gelir o da aldatır... Kız kırılmıştır, ayakta uyutulmuştur, başkasından öğrenmiştir ve küçük düşmüştür, aldatılmıştır ve en kötüsü de kandırılmıştır! İçi acır ve ayrılır, bu da aşk hikayelerinin sonu olur. Tipik bir Türk ilişkisi aslında temel hatlarıyla, o yuzden herkese tanıdık gelmesi de çok normal. Asıl anlatacağım ikinci hikaye yabancı gelicek hepinize çünkü alışılmadık olan o. Yine bir esas oğlan ve  esas kız mevcut ve yine birbirlerini gördüklerinde etkilenme mevcut. İnanılmaz çekim var, ve yine bir süreden sonra birlikte olmaya başlayacaklardır ki çocuk anlatmaya başlar: 'Senle herşey çok güzel ama benim başka ihtiyaçlarım da var. Senle görüştüğümüzün ertesi günü bi kızla yattım. Büyük ihtimalle yarın gece de öyle olucak. Senden bir şey saklamak istemiyorum, seni üzmek istemiyorum, en azından dürüst olmak istedim. Sen çok farklısın, çok güzelsin, çok iyisin ama diğerleri olmadan da yapamıyorum napiyim, ben orospu çocuğunun tekiyim, senin aradığın adam ben değilim!'

İknci olayı duyunca 'çüş amk' diyor insan di mi? Ben de ilk duyduğumda öyle dedim, yok artık bu nasıl bir orospu çocukluğu dedim. Ama biraz daha düşününce öyle değil diyorum şimdi. Hangisi daha kötü? Aylarca belki yıllarca mal gibi inanıp sonunda hüsrana uğrayıp yaptıklarına yanmak mı, kandırılmakmı? Yoksa en başından kim olduğunu ne olduğunu söyleyip bu şekilde kabul edersen et etmezsen seni oyalamama da üzmeme de gerek yok mantığı mı, ne kadar kötü olsa da dürüst olmak mı? Aslında hangisi daha orospu çocuğu?

Evet aldatmak diye birşey olmasa keşke, herkesin sevdiği insanla beraberce bir ömür mutlu yaşayabildiği ütopik bir dünyamız olsa.. Ama üzgünüm ki hepimiz bok gibi ilişkiler yaşamaya devam edicez kusura bakmayın. Daha çok hikayem var aslında farklı yönlerden kandırma konusunda. Bir de sana aşık olduğunu inandırıp aklınca eylenmeye çalışanlar var onlara girmiyorum bile. Olayın özünü çözdük bence daha fazla uzatmaya gerek yok. Bütün bu söylediklerimizin sonucunda evet evlilik çok zor görünüyor ya da uzak, olmiyacak, olsa da yürümeyecek bir şey gibi. Ne diyim demekki insanlar boşuna korkmuyo evlenmekten, birisine resmi makamla bağlanmaktan boşuna kaçınmıyorlar.. Ben ne yaparım bilmiyorum ama erkeklere hayatımın hiçbir döneminde bir daha güvenmeyeceğim kesin gibi. Hee bunları yazdım diye 'Kadınlar da aldatıyo nolmuş yani?' demeyin beyler, biliyorum aldatan kadın da çok ama o da sizin yaranız, oturun onu da siz yazın...